2014-2016 Program

Antalya Çağdaş Hekimler > 2014-2016 Program

Çağdaş Hekimler olarak sizleri, ortak birikim ile mesleki değerlerimiz çevresinde

dayanışmayı artırarak, emeğimize, mesleğimize ve geleceğimize sahip çıkan dinamik mücadeleci bir Antalya Tabip Odasını hep birlikte örmeğe çağırıyoruz

 

Sağlığın değersizleştirildiği, bir ülkede iyi ve onurlu hekimlik
Sağlık ortamının tümüyle piyasalaştırılıp ticarileştirildiği bir dönemi yaşıyoruz. Her geçen gün ettiğimiz yemini daha çok çiğnemeye zorlanıyoruz. Piyasanın acımasız kuralları ne hekimlik yeminini ne de meslek ahlakı kurallarını tanıyor.

Yöneticiler her türlü uyarılarımıza adeta kulaklarını tıkamış, insanın doğuştan hakkı olan sağlıklı yaşam hakkını yok sayan uygulamalar getiriyor. Yasalar, bu kurallara uydurulmaya çalışılıyor. Uluslararası hekimlik meslek kuruluşları ülkemizde yaşananları kaygı ile izliyor.

Biz bu işi burada, tıbbın kurucuları İstanköy’lü Hipokrates’in, Bergamalı Galenos’un yaşadığı bu topraklarda binlerce yıldır hep yaptık.

Ağrısını, acısını, ızdırabını dindirdiğimiz, sağlığına kavuşturduğumuz insanlarımızdan, hayata döndürdüğümüz hastalarımızın sunduğu şükran duygularından, ameliyat ettiğimiz yaşlı amcaların, teyzelerin gözlerindeki yaşama sevincinden, kızamığını, zatürresini, havalesini tedavi ettiğimiz çocukların yanağımıza kondurduğu öpücüklerden, dünyanın dört bir yanındaki meslektaşlarımızın zor günlerimizdeki evrensel dayanışmasından aldığımız güçle yaptık.

İnsan yaşamına adanmış mesleğimizden aldığımız yetkiyle yaptık. Sevgisiz, hürmetsiz, değerbilmez yöneticilere rağmen yaptık. Korkusuzca yapmaya da devam edeceğiz.

Biz bu topraklarda binlerce yıldır nice yöneticiler, nice krallar, nice sultanlar, nice padişahlar gördük. Onlar hep geçip gitti, biz hep burada kaldık.

Bir çocuk, ölünce
boğmacadan
ya da kızamıktan
Gökte bulut olunca
Yağmur olup
düşünce yere
Can vermek için
çiçeklere
Sorar vurur da
camlara takır takır
Gerekeni yaptınız mı?
Yaptınız mı gerekeni?
Dr. Çağatay Güler

Değerli Meslektaşımız,
Ülkemizde ve dünyada yaşam çok hızlı ilerliyor ve değişiyor. Ülkemiz sağlık ortamı, hekimlik yapma biçimlerimiz, çalışma koşullarımız da bu değişimlerden fazlasıyla payını alıyor. İyi hekimlik, belki de her zamankinden daha fazla önem kazanıyor.

Komşularımızda yaşanan köklü değişikliklerin başlangıcı olan Arap Baharı ile ilgili süreçte birçok ülkenin yönetiminde değişiklikler oldu. Emperyalist müdahale ile kışkırtılan Suriye iç savaşı bizleri de derinden etkiledi. Reyhanlı’da 52 canımızı yitirdik, göç eden binlerce insan ülkemizde sığınmacı olarak yaşamaya başladı.

17 Aralık’ta ortaya çıkan yolsuzluk patlamasında, yıllarca el ele verip ülkemizin her karış toprağını, suyunu, parkını, ormanını, kamusal hizmetlerini ticarete açmış bir siyasi birlikteliğin iç kapışmasına tanık olduk. Bu kapışma öyle çok yolsuzluğu, talanı, yağmayı ortaya çıkardı ki bütün bunları takip etmeyi aklımız ve yüreğimiz kaldıramaz oldu. Yasama, yürütme ve yargı arasındaki anlaşmazlıklar, yapılan yasal düzenlemeler, hak ve özgürlükler açısından ciddi kayıplara yol açtı. Bizler de gerek toplumsal yaşamda gerekse mesleki pratiklerimizde bu düzenlemelerden payımıza düşeni aldık. Son olarak sağlıkta özelleştirmenin en uç örneği olan Kamu-Özel ortaklığı modeli ile yapılacak Entegre Sağlık Kampüsü’nün temelleri İkitelli’de atıldı. Kentleri ranta açıp yaşam alanlarını daraltan bu kampüslerin, hem sağlık hizmeti sunacaklar hem de sağlık hizmetlerinden faydalanacaklar açısından neler getirebileceğini dünya örnekleri üzerinden hepimiz biliyoruz.

Ülkemizde yönetenler cephesinde süre giden tutumlar karşısında yönetilenlerin memnuniyetsizliklerini dile getirdiği çeşitli eylem deneyimleri yaşandı. Geçtiğimiz yıl da onca akıl almazlığın, baskının, hak kayıplarının içinde başka türlü bir yaşamın mümkün olabileceğini; demokrasinin, eşitliğin, paylaşımın, hepsinden daha önemlisi mücadele etmenin, direnmenin ne kadar değerli olduğunu gösteren bir deneyimi yaşadık: Gezi Parkı. Ülkemizin sosyal, siyasal, ekonomik ortamını başlı başına sarsan; bütün politik okumalara, kavramlara başka bir boyut katan bir deneyim Gezi süreci. Talep etmenin, “ben de varım, buradayım!” demenin sözlü, yazılı, fiili bir durumu Gezi. Bizlerin de hekimlik deneyimlerimiz açısından, literatürde sokak sağlıkçıları diye adlandırılan deneyimi yaşadığımız bir süreç. Birçok bireysel kimliğimiz yanında hekim olarak da içinde yer aldığımız Gezi’den çok şey öğrendik. Dayanışmayı, paylaşmayı, mücadele etmeyi, önce zarar vermemeyi, sağaltmayı… Birçoğumuz için hekimlik yapmak belki de hiç bu kadar keyifli olmamıştı. Hastalarımızla eşitler arasında eşit bir ilişki kurmayı öğrendik, yoğun saldırılar altında bile insan hayatını kurtarma gayreti gösterdik, kısacası meslek etiğimizin bize öğrettiklerini uyguladık.

Biz bütün bunları yaşarken demokrasi havarisi hükümetimiz de boş durmadı; her fırsatta toplumun bütün kesimlerine saldıran, ötekileştiren kaba üslubuyla, elinde bulunan tüm olanağı seferber ederek bütün özgürlüklere saldırdı. Önce gönüllü revirler hakkında soruşturma/inceleme başlatıldı, ardından yasal düzenlemeler için hazırlıklar yapıldı. Torba halinde hazırlanan yasalarla sağlık çalışanlarının çalışma koşulları ve özlük haklarını olumsuz etkileyecek pek çok düzenlemenin yanı sıra, mesleklerinin gereğini yerine getirdikleri, yani olağandışı durumlarda yaralıya, hastaya yardım ettikleri için cezalandırmayı hedefleyen, “izinsiz-ruhsatsız” sağlık hizmetini hapisle cezalandıran düzenlemeler yapıldı.

Sağlık hizmetinin tanımını, hekimliğin evrensel içeriğini ve varlık sebebini ortadan kaldıracak nitelikteki bu düzenlemeler ile ihtiyacı olana karşılıksız sağlık hizmeti sunmak; daha da önemlisi başlı başına hekimlik yapmak “suç kapsamına” alındı. Hekimliğin evrensel ilkelerine aykırı olan bu düzenleme uluslararası hekim ve insan hakları örgütlerinin de tepkisine neden oldu. Dünya Tabipler Birliği ve İnsan Hakları için Hekimler örgütü başta olmak üzere, birçok uluslararası tıp kurumu bu konudaki kaygılarını ve tepkilerini ülkemiz yöneticilerine iletti. Yöneticilerimiz böylece bir ilke daha imza atmış oldular.

Hepimiz kendi yaşamını insanlığın hizmetine adamış bir mesleğin uygulayıcıları, hekimler olarak, tehdit altında olsak bile insan yaşamına saygı göstermeye and içtik. Tarihin ilk çağlarından beri bu topraklarda hekimlik yapıyoruz, bugün de buradayız; hekimlik mesleğinin onurunu korumaya devam edeceğiz. Bu tehditlerin bizleri yıldıramayacağı açıktır.

Bizler, nitelikli ücret gaspına, tam bir işletme anlayışıyla yönetilen kamu hastanelerine, sözleşmeli çalışmaya, nöbet cenderesiyle sıkıştırılmalara, salgınların yaşanmasına sebep olan yıkımlara, içi boşaltılan tıp eğitimine ve sağlık hakkında her geçen gün artan kayıplara karşı sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz.
Çağdaş Hekimler olarak, sizleri, bu ortak birikim ile mesleki değerlerimiz çevresinde dayanışmayı artırarak, emeğimize, mesleğimize ve geleceğimize sahip çıkan dinamik mücadeleci bir Tabip Odasını hep birlikte örmeğe çağırıyoruz

Tıp Fakültelerinde Ciddi Bir Kan Kaybı Yaşanmaktadır
Ülkemizde gerekli altyapı olanakları sağlanmadan, öğrenci sayıları ve eğitim-hizmet dengesi üzerinden akademik kadrolar oluşturulmadan çok sayıda tıp fakültesi açılmaktadır. 2006 yılında 50 olan tıp fakültesi sayısı, 2013 yılında 86 olmuştur. Bunun sonucunda tıp eğitiminin niteliği giderek gerilemektedir.

Tıp fakültelerinde altyapıları dikkate alınmadan öğrenci kontenjanları artırılmaktadır. 2007 yılında 5.000 olan tıp fakültesi öğrenci kontenjan sayısı, 2013 yılında 12.000 olmuştur. Bu gelişmeler, tıp öğrencilerini aktif katılımcılar değil, pasif gözlemciler olmaya yöneltmekte, hasta başı, uygulamalı eğitim başta olmak üzere tıp eğitimi yeterli düzeyde verilememekte, tıp fakültelerinde gerekli nitelikleri ve yetkinlikleri edinmiş hekimler yetiştirme olanakları azalmaktadır.

Tıp fakültelerinde performansa dayalı ödeme sistemiyle, eğitime ve araştırmaya ayrılan sürenin azaldığı, hizmet ağırlıklı bir çalışma düzenine geçilmiştir. Yakın zamanda çıkartılan ve sağlıkta torba yasa olarak bilinen yasal düzenlemeyle, öğretim üyeleri, serbest çalışma haklarını kaybederken, mesai sonrasında hastalardan ek ücret almaya ya da üniversitelerin anlaşma yapacağı vakıf hastaneleri ya da özel hastanelerde çalışmaya yönlendirilmektedir. Uygun olmayan çalışma koşulları, mesleki doyumsuzluk ve finansal baskılar, çok sayıda öğretim üyesinin istifasına yol açarak tıp fakültelerinde ciddi bir kan kaybına neden olmaktadır.

Performans sisteminde öğretim üyeleri, asistan ve uzman hekimler, hemşire ve diğer sağlık çalışanları hak ettikleri ücreti alamamaktadır. Tıp fakültelerinde kan kaybının durdurulması için, öğretim üyeleri de dahil olmak üzere tüm sağlık çalışanlarına özlük haklarının tanındığı, emeğinin karşılığının maaş olarak ödendiği, güvenceli bir çalışma ortamı sağlanmalıdır.

Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesindeki politikalar, kamusal finansal desteği önemli ölçüde azaltılan üniversite hastanelerini, ayakta kalabilmeleri için, kâr amacını ön planda tutan birer “sağlık işletmesi” haline getirmeyi hedeflemektedir. Zarar eden, mali açıdan güçsüz bırakılan üniversite hastanelerinin, Eğitim ve Araştırma Hastaneleriyle “birlikte kullanım ve işbirliği” protokolleri yaparak, Sağlık Bakanlığı’nın yönetimi ve mali denetimi altına girmeleri sağlanmaktadır.

Üniversite hastanelerinin temel işlevi eğitim, araştırma ve nitelikli sağlık hizmeti sunumu olmalıdır. Üniversite hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na bağlanması gibi üniversitelerin bilimsel ve idari özerkliğini göz ardı eden, piyasa yönelimli hizmet anlayışına yönelik her türlü uygulama terk edilmelidir.

Çağdaş Hekimler olarak, tıp fakültelerinin; eğitim ve bilimsel araştırmanın yeterli düzeyde yapılabildiği, hasta bakım hizmetlerinin yeterli süre ayrılarak nitelikli düzeyde sunulabildiği, sağlık çalışanlarına özlük haklarının tanındığı ve emeğinin karşılığının çalışma barışını bozmadan maaş olarak ödendiği, iş güvencesi ve akademik özgürlüğün tam olduğu kurumlar olması için çalışacağız.

Kamu Hastaneleri Birlikleri Ve İşletmeleşen Hastaneler
Piyasa kurallarına göre işleyen kamu ve özel sağlık işletmelerinde uzmanlık eğitimi yapılamaz.

Kasım 2012’den bu yana eğitim ve devlet hastanelerinde önemli bir yapısal dönüşüm gerçekleşti. Yaklaşık iki yıldır gündemimizde olan 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yasalaşan Kamu Hastaneleri Birlikleri ile kamu hastaneleri birer sağlık işletmesine dönüştürüldü. Burada öne çıkan sorular şunlardır:

AKP Hükümeti’nin ileri sürdüğü gibi, bu düzenlemelerle bu kurumların “daha iyi”, “daha verimli” yönetilmesi sağlanmış mıdır? Sağlık çalışanlarının özlük-ekonomik hakları ve uzmanlık eğitimi ne durumdadır? Sağlık hizmetinin niteliğinde iyileşme gerçekleşmiş midir?

AKP Hükümeti’nin yolsuzluk düzeni kamu hastanelerinde CEO’lar eliyle yürütülmektedir.

Holding mantığı ile Kamu Hastaneleri Birliğini ve hastaneleri yönetme iddiasında olan Genel Sekreter ve Hastane Yöneticisine yani ‘CEO’lara gerçek bir yönetsel özerklik sağlandığı tartışmalıdır. AKP Hükümeti’nin liyakata önem vermeden siyasi kaygılarla belirlediği bu yöneticiler, hastane ile ilgili kararlarda işletmenin çıkarlarını ve ticaretin gereklerini esas alacak biçimde davranmaktadır. Bu durum, Sayıştay denetimi dışında tutulmaya çalışılan bir takım yolsuzluklara zemin hazırlamış; hekimler ve kamuoyunda güvensizlik doğurmuştur.

Sağlıkta dönüşümün temeli olan neoliberal politikalar uzmanlık eğitimini yok etmiştir.

2000’li yılların başında yürürlüğe konmaya başlayan Dünya Bankası destekli ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ sağlığın her alanını ticarileştirmenin yanında uzmanlık eğitimine de ciddi olarak zarar vermeye ve eğitimi piyasa koşullarına uydurmaya başlamıştır.

Maliyet odaklı bu işletmelerde esas hedef, daha çok gelir elde etmek ve gideri azaltmaktır. Bu hedefi gerçekleştirmek için kurum başkanı ve tüm yöneticilere bireysel performans hedeflerini tutturmaları şartı getirilmiştir. Hedeflerini tutturamayan yöneticilerin ise tüm alt kadrolarıyla birlikte görevine son verilebilecektir. Bu koşullar altında hekimlerin performans baskısı altında, eğitimi ikinci plana atarak çalıştırılmaları esastır.

CEO baskısı, eğitim ve araştırma hastanelerinde uzmanlık eğitimini çıkmaza sokmaktadır. Eğitim hastanelerinde eski ‘şeflik’ düzenini ortadan kaldırıp yerine hastane yöneticisine bağlı eğitim sorumlusu ve idari sorumlu atamaları gerçekleştirilmiş, klinikler birleştirilmiş, piyasacı-rekabetçi bir anlayış ile tıp mesleği ve uzmanlık eğitimi icra edilmeye başlanmıştır. Seçimle oluşturulan Eğitim ve Planlama Koordinasyon Kurulu’nun ortadan kaldırılması eğitime ciddi zararlar vermiştir. Eğitici sayıları azalmış, yerlerine yetkinliği tartışılır kadrolar doldurulmuştur. Eğitim hastanelerinde çalışanlara ayda bir-iki gün büyük kentler dışındaki bir üniversiteye gitmeleri karşılığında ‘Uçan Profesör’ unvanları dağıtılmıştır. Bazı kurumlarda ise hiç eğitici kalmamıştır.

Uzmanlık eğitimi veren kurumların sayısı ve kadroları, bilimsel kriterler göz önüne alınmadan, keyfi ve piyasa koşullarına göre; altyapı öncelikleri de eğitim odaklı değil, kâr amacına yönelik olarak belirlenmektedir. Eğitim programları çalışma saatleri dışına çıkarılarak, fiilen yapılamaz hale getirilmiştir. Uzmanlık öğrencileri sadece hizmet için vardır; aşırı hasta ve nöbet yükü altında yeterli eğitim almadan çalışmaya zorlanmaktadır. Bu, yeni bir uzmanlık eğitimi anlayışıdır ve yeni uzman nesli bu anlayışla yetişip, ülke sathında hizmet verecektir. Bu ortamda artık uzmanlık eğitiminden söz etmek olası değildir. Bu modele karşı asistanlar birçok ilde eylemler gerçekleştirmektedirler.

Kamu Hastane Birliklerinde önceki dönemden devralınan performans uygulaması doludizgin devam etmektedir.

Bir ücretlendirme modeli olarak kurgulanan bu yöntem ile hekimler ve sağlık çalışanları birbirlerine ve mesleklerine yabancılaşmakta; tıbbi hizmetin niteliği giderek daha da azalmaktadır. Artan iş yükü altında hekimler ve diğer çalışanlar ezilmiş durumdadır. İyi hekimlik değerleri zedelenmektedir. Ancak hekimlere gelirlerini artırmak için tek yol olarak sunulan bu model, neden olduğu birçok olumsuz sonuca rağmen devam edebilmektedir.

Kamu Hastaneleri Birliğine ait hastaneler arasında zorunlu rotasyonlar yaygınlaşmıştır.

Kamu Hastane Birliklerinin kurulması sonrası ortaya çıkan önemli bir diğer sorun da hekimler başta olmak üzere sağlık çalışanlarına zorunlu görevlendirmeler getirilmesidir. Kararname ile Genel Sekreterin yetkileri arasında sıralanan ‘personel hareketlerini ihtiyaca göre gerçekleştirme’ yaygın olarak uygulanmaya başlanmıştır. Birliğe bağlı hastaneler arasında zorunlu görevlendirmeler yapılmaktadır. Bu durum, hekimler arasında ciddi tedirginliğe yol açmaktadır.

Kent içindeki hastanelerin kent dışına nakledilmesi, çalışma yaşamında ve sağlığa erişimde güçlüklere neden olmaktadır.

Entegre sağlık kampüslerinin hayata geçmesi ile daha da yaygınlaşacağı açık olan şehir merkezlerindeki hastanelerin kent dışına gönderilmesi uygulaması İstanbul’da başlamıştır. Taksim İlkyardım Eğitim ve Araştırma Hastanesi Gaziosmanpaşa’ya, Bakırköy Yenimahalle Kadın Doğum Çocuk Hastanesi İkitelli’ye taşınmıştır. Bu uygulama, kurumlarda çalışanların rızası alınmadan, emrivaki ile gerçekleştirilmiştir. İleride daha yaygın olarak yaşanacak bu düzenlemeleri kabul etmek mümkün değildir. Şehrin içinde bu hastanelerden yararlanan halk ile bu hastanelerde çalışanların tepkisini ortaklaştırmak önemlidir.

İşletmeye dönüşen bu hastanelerde iyi hekimlik değerleri, halkın sağlık hakkı ve hekimlerin iş/ücret güvencesi tehlikededir. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın yeni bir evresi olan kamu hastanelerinin tamamen piyasa aktörü sağlık işletmelerine dönüştürülmesi kabul edilemez. AKP Hükümeti’nin yolsuzluk düzeni ile birlikte değerlendirildiğinde, kamu sağlık kurumlarının bu şekilde özelleştirilmesi, sağlıkta yağmanın boyutlarını ortaya koymaktadır.

Asistan Hekimlikte Ağır Çalışma Koşulları Sürmektedir

Sağlıkta dönüşüm hızla devam ederken asistan hekimler sisteme olan itirazları ile en hareketli hekim kitlesini oluşturdular. Niteliksizleşen uzmanlık eğitimi, artan iş yükü ve angarya, azalan ücretler, şiddetle sarmalanmış çalışma ortamı ve geleceksizlik duygusu, asistan hekimleri bu dönemde hak mücadelesinde hep birlikte ve bir adım önde olmaya itmiştir. Doktor Melike Erdem’i yaşamını sonlandırmaya sürükleyen süreçte yaşandığı gibi, asistanlar angarya ile boğuşurken yalnızlaştırılmaktadır.

Geçtiğimiz dönem emeklerini, günlerini, gecelerini performans uğruna feda etmeyen, uzmanlık eğitimi almak için zorlu sınavlardan geçerek gelen, ama eğitim göremeyen, hastanenin tüm yükünü sırtlanmalarına rağmen emeklerinin karşılığını alamayan, hakları yok sayılan, 36 saat aralıksız çalıştırılmaya hem kendi sağlıkları hem de hastalarının sağlıkları için itiraz eden ve mesleki onurlarını geri isteyen asistan hekimler, yeni ve güçlü bir hekim kitlesi olarak kazanımla sonuçlanan eylemler yaptılar.

Asistan hekimlerin nitelikli sağlık hizmeti vermelerinin ön şartı iyi bir eğitim almalarıdır. Eğitimler mesai saatleri içinde yapılmalı, kliniklerde eğitici başına düşen asistan sayısı verilen eğitimin verimliliği gözetilerek belirlenmelidir. Her uzmanlık dalı için çekirdek eğitim müfredatı oluşturulmalı, asistan hekimler eğitim müfredatının oluşturulmasında söz sahibi olmalıdır.

Eğitim sorumlusunun bulunmadığı, eğitici kadrosunun yok ya da yetersiz olduğu birimler, tarafsız ve bilimsel kurumlarca denetlenmelidir.

Asistan hekimlerin görev tanımı yoktur.

Görev tanımlarındaki belirsizlik asistanların keyfi olarak ve uzun süreler çalıştırılmasına yol açmaktadır. Asistan hekimlerin görev tanımını net bir şekilde ortaya koyan ve sorumluluklarını uzmanlık eğitim süresi boyunca geçirilen yıllara göre belirleyecek bir yasal düzenleme yapılmalıdır.

Asistan hekimler kesintisiz olarak 33 saate varan sürelerde çalıştırılmaktadır. Toplam çalışma süresi haftada 110 saati geçmektedir. Çalışma saatleri insanca yaşanılabilir şekilde düzenlenmelidir.
Aralıksız 33 saate varan çalışma süreleri her şeyden önce halkın sağlığını ve hekimin sağlığını tehlikeye atmaktadır. Nöbet ertesi izin hakkı sağlanmalıdır.

Her branşın yapması gereken rotasyonların süreleri belli iken, rotasyon süreleri içinde kendi servislerinde çalışmaya ve nöbet tutmaya devam edilmekte, uzmanlık eğitimini tamamlaması için gereken rotasyonlar kağıt üzerinde yapılmaktadır. Eğitim hakkı için rotasyonlar gerektiği şekilde yapılmalı ve denetlenmelidir.
Çalışma saatleri ve eğitim saatleri performans kaygısından bağımsız olarak düzenlenmelidir.

Hem üniversite hem de eğitim araştırma hastanesinde performans kaygısı ile sürekli poliklinik açılmakta, polikliniklerin asistan hekimler üzerinden sürekliliği sağlanmaktadır. Pek çok eğitim araştırma hastanesinde vizit saatleri eğitim viziti olmaktan çıkmış; hastanın günlük tedavi planının sunulacağı ve verilen görevlerin yapılacağı bir alan halini almıştır. Asistan hekimler bilgi ve tecrübe olarak donanımlarını aşan işlemleri tek başına ya da sadece kıdemli asistan hekim gözetiminde yapmak zorunda kalmakta, eğitim görevlisi kadrosunun sayısal yetersizlikleri nedeniyle eğiticilerin bilgi ve tecrübelerinden faydalanamamakta ve eğitim alamamaktadır. Çalışma saatleri ve eğitim saatleri performans kaygısından bağımsız olarak düzenlenmelidir.

Yabancı uyruklu asistan hekimler, son torba yasada yeni düzenlemeler yapılmış olsa da, cüzi bir ücret almakta ve güvencesiz çalıştırılmaya devam etmektedir. Emek sömürüsünden başka bir anlamı olmayan bu uygulamaya son verilmelidir.

Hekimlik onurlu ve saygın bir meslektir. Çoğu zaman maddi olarak değer biçilemeyecek mesleki uygulamalarımızı puan yöntemiyle ücretlendirmeye çalışmak yanlıştır. Mesleğimizi küçük düşüren çarpıtmalarla dolu para tartışmalarına ve performans uygulamasına son verilmeli; hekimlere insanca yaşamaya yetecek, emekliliğe yansıyacak ücret ödenmelidir. Son dönemde Türkiye’nin dört bir yanında asistan hekim mücadelesi çeşitli hakların kazanımıyla sonuçlanmıştır. Bu süreçte asistan hekimler güçlerinin farkına varmışlardır.

Çağdaş Hekimler paranın doktoru olmayı reddeden, mesleğine, hekimlik onuruna, haklarına ve halkın sağlık hakkına sahip çıkan; yaşamak için, mesleği için, güzel günler için direnen asistan hekimlerin yanında olacağız. Asistan hekimlerin kendi hastanelerinde çalışma koşullarının iyileştirilmesi için hastane asistan komisyonları kurulmasını destekleyeceğiz.

Mecburi Hizmet
Tıp fakültesini bitirdikten sonra olduğu gibi uzmanlık eğitimini tamamladıktan sonra almaya hak kazandığımız ama gasp edilen diplomalarımızın artan baskılarımız sonrasında verilmesine ilişkin bir süreç başlamıştır.

Uzmanlık belgelerinde ise bu durum halen belirsizdir. Yurtdışında uzmanlık eğitimi almak ya da hekimlik hizmeti vermek için diploma taleplerinin artışı ülkemiz açısından üzüntü vericidir.

Yurtdışında uzmanlık eğitimi alan veya sağlık hizmeti sunanların ve yabancı uyrukluların mecburi hizmetten muaf oluşu iş barışını yok edecek sonuçlar verecektir.

Sağlık hizmeti sunumunda niceliksel ve niteliksel dağılımdaki başarısızlık halen çözülmemişken mecburi hizmete gitme zorlaması ile yüz yüze gelinmektedir. Mecburi hizmet uygulamasından vazgeçilmeli, hekimlerin gönüllü olarak çalışacakları özendirici tedbirler hayata geçirilmelidir.

Özel Sağlık Sektöründe Çalışan Hekimlerin Sorunları Katlanarak Büyümektedir
Son yıllarda sayıları hızla artan özel sağlık kuruluşları ve tekelleşen özel sağlık sektörü ile karşı karşıyayız. Hekimler bazen mecburi hizmeti tamamlayıp merkez illere gelmek, bazen daha iyi maddi koşulları elde etmek için, kamudaki görevlerinden istifa edip özel sağlık sektöründe çalışmaktadır. Sağlık alanındaki düzenlemeler, bu sektörde çalışan hekimler için de ücret ve çalışma koşulları açısından ciddi kayıplara neden olmaktadır.

Ücretlendirme ve çalışma biçimleri; herhangi bir düzenleyici kriter olmaksızın piyasa koşullarında belirlenmekte, farklı ücretlendirme modelleri uygulanmaktadır. En sık uygulanan ücretlendirme türleri:
• Sabit maaş
• Sabit maaş + hakediş
• Sadece hakediş (müdahale, ameliyat vb. uygulamaların her birinden hekime hastadan alınan paranın belli bir oranda aktarılması)
• Nöbet usulü ücretlendirme

Bu ücretlendirme biçimlerinin yanı sıra tekel-zincir hastanelerde son yıllarda ücretler, kliniklerin ortak havuzlarında biriken belli bir paradan karşılanmaktadır. Bu durumda kliniğin başındaki hoca daha büyük bir oranda ücret almakta, diğer hekimler daha düşük ücretlerle çalışmaktadırlar.

Pek çok kuruluş ücretleri geç ödemeyi bir finans sistemi olarak kullanmaktadır.

Çalışma biçimleri, tam zamanlı, kısmi zamanlı, konsültan ve nöbet usulü çalışma biçiminde olmaktadır. Çalışma saatlerinde de piyasa koşulları belirleyicidir. Çalışma süresi özel sağlık sektöründe ortalama 50-60 saat arasındadır. Bu saatlere gece icapçı iken gelinen süreler ve yatılı nöbet süreleri dahil değildir. Yıllık izin süreleri en fazla 1-2 hafta şeklinde olup genellikle bu süre ücretsiz kullanılmaktadır.

Özel sağlık sektöründeki hiçbir kurumda sendikalı hekim çalışmamaktadır. Bu durum işyerinde çalışma şartlarının her anlamda işveren tarafından belirlenmesine yol açmakta ve her geçen gün hekimlerin hak kayıpları adeta kurumsallaşmaktadır.

Ülkemizde temel tıp eğitimi ve mesleki eğitim sonrası kurumsallaşmış sürekli eğitim modeli olmadığından yıllık kongreler, akademik çalışmalar, toplantılar vb. ile bu açık kapatılmaya çalışılmaktadır. Özel sağlık sektöründe durum daha da kötüdür. Çünkü eğitime ayrılan bir zaman olmadığı gibi, hekimlerin kurum dışında oluşan eğitim ortamlarına (kongre, toplantı vb.) katılması demek, çalıştıkları hastanelerde hasta bakamamaları, ameliyat yapamamaları anlamına gelmektedir. Bu işveren açısından maddi bir kayıp olarak görüldüğünden hekimler gelir kaybı korkusuyla önceleri daha sık gittikleri kongrelere zaman geçtikçe daha seyrek gidebilmektedirler. Bu konuda uzmanlık derneklerinin meslek örgütü ile beraber daha aktif tutum almaları ve mücadelenin büyütülmesi gerekmektedir.

Hekime yönelik şiddet; özel sağlık sektöründe de artma eğiliminde olup özellikle acil servislerde sık yaşanmaktadır. Şiddetin önlenmesi için herhangi bir girişimde bulunulmadığı gibi, gerek kamu otoritesinin gerekse sağlık kuruluşunun hekimin güvenliğini sağlayacak tedbirler almaması, şiddetin sıklığını daha da artırmaktadır.

Hekim emeği değersizleşmekte, mesleki tatmin duygusu yok olmaktadır.

SGK’nın özel sağlık kuruluşlarından hizmet satın almasıyla başlayan sürecin sonunda bu kuruluşlar, SGK anlaşması olmadan ayakta duramaz hale gelmişlerdir. Bütçe kısıtlaması bahanesiyle uzun yıllardır artırılmayan SUT fiyatları, hekimlerin yaptıkları muayene-ameliyat-müdahale başına hakedişlerinin önemli oranda düşmesine yol açmaktadır. Bu durum hekimlerde daha çok iş yaparak kazancı artırma yönünde eğilim doğurmakta; bu eğilim de işveren tarafından desteklenmektedir. Ancak, uzun vadede hekimler tükenmişlik yaşamakta, mesleki tatmin duygusunu kaybetmekte ve nitelikli hekimlik yerine seri üretimi andıran bir sağlık hizmet sunumu yaygınlaşmaktadır. SGK nezdinde SUT fiyatlandırma sistemi uzmanlık dernekleri ve tabip odalarının da içinde olduğu kurullar tarafından yeniden düzenlenmelidir.

Vergilendirme sisteminde tam bir karmaşa hakimdir. Bırakın aynı ilde, aynı ilçede yan yana iki sağlık kuruluş arasında bile farklı uygulamalar vardır. Bir sağlık kuruluşu hekimin resmi ücretlendirme sistemini gerçek ücretin çok altında göstermekte iken, başka bir sağlık kuruluşu hekime verdiği her kuruş için hekimden fatura veya makbuz talep etmektedir. Hekimlerin düşük ücretle yapılan SGK kaydı, işverenle düştüğü herhangi bir uyuşmazlık durumunda hak kayıplarına yol açmaktadır.

Tıp merkezleri, laboratuvar ve muayenehaneler ayakta duramaz hale gelmiştir.

Yapılan yasal düzenlemeler, hekime ait muayenehane, laboratuvar ve küçük hekim ortaklı kuruluşların aleyhine, büyük hastane zincirlerinin lehine olmaktadır. Yapılan yönetmelik değişiklikleri ile sağlık hizmetleri pazarında hizmet sunan küçük-orta ölçekli sağlık işletmeleri kapatılıp kadroları zincir hastanelere devredilmeye zorlanmıştır. Yıllar içerisinde Tıp Merkezi, Dal Merkezi ve Poliklinik sayısı hızla azalmıştır.
Hekimler muayenehane, Ayaktan Teşhis ve Tedavi Merkezlerinde mesleklerini bağımsız olarak uygulama hakkına sahipken, artık çok uluslu şirketlerin ucuz işgücü haline dönüştürülmüşlerdir. Yapılan düzenlemeler, hekimlerin çalışma şartlarını iyileştirerek ve özendirerek kamuya çekmek yerine, alternatif çalışma ortamlarını yok etmeye yöneliktir. Hekimlerin serbest çalışma hakkı engellenerek ucuz hekim işgücü pazarı oluşturulmakta, işsiz hekimler yaratılmaktadır.

Hekimlerin muayenehane açma hakkı da keyfi ve zorluk çıkarıcı anlayışla hazırlanan yönetmelik değişiklikleri ile engellenmektedir. Çalışma alanları yok edilen, çalışma özgürlüğü ortadan kaldırılan hekim, yandaş zincir hastanelere ucuz işgücü olmaya ya da hükümetin istediği yere tayinle siyasi propaganda için kullanılmaya mahkum edilmektedir.

663 sayılı KHK’da yapılan düzenlemelerle yeni açılacak kuruluşlara ihaleyle lisans satışı gündeme gelmiştir. Bütün sağlık kuruluşları planlamaya tabi tutulmuş, beş yılın sonunda yeni açılabilecek Tıp Merkezleri için yerler ilan edilmiştir. İlan edilen bu yerlerin sayıları çok az ve sadece küçük kentlerdeki yerleşim yerlerindedir. Pratikte açılabilecek alanlar için izin yoktur. Bu durum, Ayaktan Teşhis ve Tedavi Merkezlerinin açılışını oldukça güçleştirmiştir.

Yeni kadrolar özel hastanelere verilirken, ihtiyacı olan mevcut özel tıp ve dal merkezlerine verilmemektedir. Kadrolar sadece dönüşüme giren kurumlara verilmektedir.

Sağlıkta dönüşüm, piyasalaşma ve ticarileşme özel sağlık sektöründe çalışma koşullarını ve sağlık hizmet sunumunu tamamen değiştirmiştir.

• Güvencesiz çalışma koşulları dayatılmaktadır.
• Kadro uygulaması ile hekimlerin yer değiştirmesi olanaksız hale getirilmektedir. • İşsiz hekim sayısı giderek artmaktadır.
• Hekimler; Özel Hastane, Tıp Merkezi, Dal Merkezi ve Polikliniklerde resmi tatil günlerinde izin haklarını kullanamamakta, çalışmaya zorlanmaktadır.
• Hekim ve sağlık çalışanlarının maaşları ya hiç ödenmemekte ya da 4-5 ay gecikme ile ödenmektedir.
• SUT fiyatları artmadığı gibi düşmekte; bu da hekim ücretlerinde azalmaya neden olmaktadır.
Mecburi hizmete, tıp fakültelerinin sayı ve kontenjanlarının artırılmasına, yabancı hekim istihdamına karşı çıkarken, aynı zamanda sağlığın piyasalaşmasına, sağlıkta dönüşümün tamamına itiraz etmeliyiz.

Çağdaş Hekimler olarak, güvencesiz çalışma koşullarına, işsiz-ucuz hekim işgücü yaratan düzenlemelere, hekimlerin ücretlerinin gaspına, hekim emeğini taşerona ihale etme çabalarına itirazımızı önümüzdeki dönemde de sürdüreceğiz.

Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri
Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın en önemli ayaklarından biri olan Aile Hekimliği Uygulaması ile, birinci basamak sağlık hizmetlerinde ciddi düzenlemeler yapılacağı vaadi ile yola çıkılmış, ancak kadrolarda %30’luk bir hekim artışı sağlanabilmiştir. Uygulamanın başlangıcından bu yana yıllar geçmesine rağmen TUS kadrolarının %10’u Aile Hekimliği Uzmanlığına ayrılabilmiş, Birinci Basamak hekimliği çekim alanı haline getirilememiştir. Halen mevcut olan boş kadroları doldurmada da ciddi zorluklar yaşanmaktadır.

Birinci Basamak sağlık hizmetleri, bir yanda neredeyse tek işi poliklinik yapmak ve hekimlik dışı idari, teknik işleri yürütmek olan aile hekimleri, diğer yanda topluma dönük tüm koruyucu hizmetleri sınırlı sayıda hekimle vermeye çalışan, geçici görevle boş Aile Sağlığı Merkezlerine (ASM) gönderilen Toplum Sağlığı Merkezi (TSM) hekimleriyle yürütülmektedir.

Aile Hekimliği Uygulaması ile Birinci Basamak sağlık üniteleri, kendi içinde ASM/Aile Hekimliği Birimi (AHB) ve TSM olarak 663 Sayılı KHK ile Bakanlık ve taşra örgütleri düzeyinde bölünmüş, hizmet bütünlüğü bozulmuştur. Bu durum sağlık hizmeti sunumu açısından kaotik bir ortam yaratmıştır. Birinci Basamakta bölge tabanlı hizmet yerine hekime kayıtlı listeye ve performansa dayalı sağlık hizmet sunumu modeline geçilmiştir. Bu durum toplum sağlığı hizmetlerinde aksamalara yol açmıştır. Bakanlığın uzun süre saklamasına rağmen yıllardır görülmeyen kızamık salgını bu nedenle yaşanmıştır. Birinci Basamak sağlık hizmetlerinde toplum sağlığını korumaya dönük politikaların esas olması gerektiği, bilimsel bir gerçekliktir. Hekimleri aşılarda yaşanan soğuk zincir kırılmalarının sorumlusu ilan ederek, para cezası vererek, dış kaynaklı diyerek, salgınları açıklamaya çalışmak ciddi bir zafiyettir. Hizmetlerin katkı/katılım payları ile paralı hale getirilmesi, hizmete ulaşımı engelleyen, eşitsizlikleri artıran bir uygulama olmuştur. Benzeri bir eşitsizlik rekabetin yarattığı ortam ve sınıflandırılma uygulamaları nedeniyle ASM hekimleri arasında da meşrulaştırılmıştır. ASM’lerde mesai saatleri dışı ve hafta sonu çalışma dayatması, bunu yapmayanları zorda bırakmıştır. Bütün bu uygulamalar ile Birinci Basamak hizmet sunumu sağlık çalışanlarının sırtına yıkılmakta; kamu, toplumsal sorumluluğundan giderek uzaklaşmaktadır.

Aile hekimliği uygulaması, ASM-TSM, özel-kamu çalışanı ayrımı olmaksızın, birinci basamak hekimlerinin kimlik sorununu ve mesleki gelecek kaygısını çözememiştir.

 

• Gelir ve iş güvencesizliği, kaygıları artırmaktadır.
• İstihdam şekillerinin belirsizliği (kamu/özel) sürmektedir.
• Mesleki statülerindeki bu belirsizlikler alandan kaçışı hızlandırmaktadır.
• Çalışma koşulları uygun hale getirilememiştir.
• Hekimlik uygulaması ile ilgili olmayan iş yüklerinin artmasına neden olmuştur.
•Hekimleri, hizmetlerin koordinasyonsuzluğu nedeni ile asıl işlerini reddeder duruma düşürmüştür.
• Rekabet ortamında değişik statü ve pozisyonlarda çalışmaya zorlayarak çalışma barışını bozmuştur.
• Mesleki eğitimlerine yönelik yeni düzenlemeler gerçeklikten/bilimsellikten uzak olduğu için hekimlerin desteğini alamamakta, gönüllü katılım olmamaktadır.
• Geçici görevlendirmeler/angarya görevler temel çalışma biçimi olmuştur.
•Hekimlik yetkilerindeki bilim dışı kısıtlılıklar sağlık ortamında şiddeti giderek artırmıştır.

Aile Hekimleri, performansa dayalı sözleşmeli çalışma modeli olan Aile Hekimliği, sağlık çalışanlarının hak kayıpları bakımından sınır tanımamaktadır. Sevk zincirinin uygulanmaması, ek görev ve angaryalar, ikinci basamakta acil nöbeti tutmaya varan zorlamalarla açıkçası var olma gerekçesini yitirmiş durumdadır. Aile Hekimlerinin mesleki bağımsızlıkları zedelenmiş, hastalık izinlerini bile kullanamamaya başlamışlardır. Görev ve sorumlulukları yetmezmiş gibi, bir de çalışma yaşamındaki bu belirsizliklerden duyduğu kaygılar, hekimleri mesleklerini yapamaz hale getirmiştir.

Aile Hekimleri, aynı işi yapan meslektaşlarıyla farklı yetki ve ücretlendirme ile rekabete dayalı, sözleşmesinin her an feshedilme tehdidiyle güvenceden yoksun, performansa dayalı bir sistemde çalıştırılmaktadır. Performansa dayalı çalışma, hekimler arasında dayanışma duygularını yok etmiş, meslektaşını, çalışma arkadaşını rakip gören bir ortam yaratmış, çalışma barışını bozmuştur.
Aile hekimleri, ek görev ve sorumluluklar yüklenecekse devlet memuru; sözleşme belgesinden vergi alınması, ASM’lerin deprem vb. gibi gerekçelerle yıkılıp sağlık çalışanının sokağa atılması ya da zorunlu mesleki sorumluluk sigortası ödenmesi söz konusu olduğunda ise, işletme sahibi bir tüccar gibi görülmektedir.

TSM Hekimleri, adli nöbet, ücret eşitsizliği, altından kalkılması imkansız iş yükü, hekimlik yapma yetkilerinin kısıtlılığı, ASM/AHB’lerin lojistiğini sağlama rolünün verilmesi, evde bakım, filyasyon, okul aşıları gibi görevleri üstlenme, sık geçici görevlendirmeler nedeniyle gelir kayıplarıyla ilgili sorunlar yaşamaktadırlar. TSM hekimlerinin geçici görevlendirme nedeniyle kalıcı işleri ve asıl konumlarından uzaklaşmaları istifalarla sonuçlanabilmektedir.

112 Acil Hekimleri, olumsuz çalışma koşulları, hastaya da hastaneye de yaranamama nedeniyle itilip kakılma, düşük ücret ve özlük hak kayıpları, hizmetin kamusal niteliğinin giderek azalarak özele devredilme süreci, özel ambulans şirketlerinde çok daha zor koşullarda ve düşük ücretlerle çalıştırılma ile karşı karşıyadır.

Kurum Hekimleri, gelecek belirsizliği, ihmal edilmişlik, düşük ücretle çalışma ve kamu kurumlarında esas işleri dışında zorunlu olarak yapılan işlerin (işyeri hekimliği) ücretlendirilmemesi gibi sorunlar yanında, geçinebilmek için mesai dışında ek işlerde çalışma zorunluluğu yaşamaktadır.

Özel Sektörde, yaygın olarak yapılan işyeri hekimliğinin taşeronlaştırılması ve OSGB’lerde kuralsız güvencesiz çalıştırılma, Tıp/Diyaliz/Güzellik Merkezlerinde alınan sorumluluğun karşılığını zamanında ve tam alamama, iş güvencesizliği sorunları yaşanmaktadır.

Birinci Basamak sağlık hizmetleri böyle yönetilmeye devam edilirse önümüzdeki yıllarda;

• Katkı payları giderek artacak, hizmet daha pahalı/paralı olmaya devam edecek,
• Sağlıkta eşitsizlikler artacak,
• Çalışanlar arasında rekabet acımasız hale gelecek,
• Aile hekimliği sözleşmeleri SGK ile yapılacak,
• TSM’ler yerel yönetimlere devredilecek,
• Kamu kurumlarında ya da özel sektörde pratisyen hekimlik geçici statüde çalışma yerleri olmaya devam edecek,
• Esnek çalışma yaygınlaşacak,
• Hekimler gelirini koruyabilmek için daha uzun süreli çalışmaya zorlanacak,
• Hekim emeğinin piyasasını oluşturma girişimleri sürdürülecek,
•ASM’lerde çalışan hekimler uzmanlık eğitimine katılma karşılığı diğer meslektaşının iş yükünü ücretsiz olarak üstlenecek,
•ASM’lere bağlı nüfus azaltılarak ücretler düşürülecek; katsayı, negatif performans uygulamaları ile hekim emeğini ucuzlatma/değersizleştirme sürdürülecektir.

Birinci Basamakta bunca yıkım, değersizleştirme, eşitsizlikleri artırma çabalarına, Bakanlığın tüm parçalama girişimlerine karşı, dün olduğu gibi yarın da, bizler yan yana durmaya devem edeceğiz. Bakanlığın baskıları, SUT uygulamaları, katkı/katılım payları, kışkırtılmış hasta talepleri, 184 Sabim uygulamaları, ihtar puanı tehditleri bizleri yıldıramaz.

Çağdaş Hekimler olarak, Birinci Basamakta çalışan hekimlerin taleplerinin takipçisi olacak ve mücadele etmeye devam edeceğiz.

• İş tanımımızın netleşmesini istiyor, farklı yetkilendirmeleri doğru bulmuyoruz.
• Rekabet değil, ekip çalışması istiyoruz.
• Birinci Basamak sağlık kurumlarının kamu kuruluşu olmasını istiyoruz.
•İşyerlerimizde hekime/sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin son bulmasını istiyoruz.
• Sınıflandırmalar değil, iş ve gelir güvencesi, eşit işe eşit ücret istiyoruz.
• Mesleki bağımsızlık istiyoruz.
• Ticaretle değil tababetle uğraşmak istiyoruz.
• Sağlık kurumlarımızın geçici hekimi değil kalıcı hekimi olmak istiyoruz.
• Esnek çalışma istemiyoruz.
• Meslek uygulama ilkelerimizin Sağlık Meslekleri Kurulu’nca belirlenmesini kabul etmiyoruz.
• Toplu sözleşme ve grev hakkı istiyoruz.

Hekime Yönelik Şiddet Yakıcı Boyutlara Ulaşmıştır
Son yıllarda, sağlık ortamı yeni bir kavram ile tanışmıştır; Hekime Yönelik Şiddet!

Şiddet, günlük yaşamımızın bir gerçeği halini almış, hemen her gün, herhangi bir sağlık kurumunda çalışan bir meslektaşımızdan çığlık yükselir olmuştur. Hekimler devlet hastanesi, üniversite hastanesi, muayenehane, aile sağlığı merkezi, özel hastane fark etmeksizin, sözlü ya da fiziksel şiddete uğramaktadır. Sağlık alanında vatandaşlarımız tarafından çok olumlu bulunduğu söylenen gelişmelere (?!) rağmen hekimler dövülmekte, hakarete uğramakta, öldürülmekte ve ölümle tehdit edilmektedir.

Sağlık Bakanlığı, sorunu irdelemek yerine, konunun tabip odaları ve hekimler tarafından abartıldığını ifade ederek, hekime yönelik şiddette artış olmadığını, görünürlüğünün arttığını söyleyebilmektedir. Tepkiler karşısında, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin kabul edilemez olduğunu, bu konuyu çok önemsediklerini söyleseler bile, sorunu çözecek somut adımlar atmaktan geri durulmaktadır.

Şiddetin doruk noktası olan Dr. Ersin Arslan’ın öldürülmesinden sonra, Bakanlık aylarca harekete geçmemiştir. Meclis Şiddet Komisyonu, kurulduktan aylar sonra çalışmaya başlamış; yine “çalışma bitti” dendikten aylar sonra, edebi olarak güzel kaleme alınmış ancak hiç bir derde deva olamayan bir rapor yayımlanmıştır. Mevcut sorunun çözülmesini değil, ranta çevirmek adına sürmesini önceleyen politikalar, yetkililerin bu konudaki samimiyetlerini ve niyetlerini ortaya koymaktadır.

Özünde, elinde avucunda ne değer varsa paraya çevirmeyi ve zaten para sahibi olan sermayedar sınıfın mülkiyetinde toplamayı amaçlayan neoliberal politikalar yaşamsal önemdeki tüm değerlerimiz, havamız, suyumuz, toprağımız, binlerce yıllık birikimlerle edindiğimiz sağlık bilgimiz ve emeğimiz sermayenin arzularına teslim edilmiştir.

Bu piyasalaşma sürecinden, sağlık algısı ve sağlık hizmeti sunumu da payını fazlasıyla almaktadır. Sağlık hizmeti alıcılarına yönelik yoğun propagandalarla, hükümet halkın sağlığını düşünmekten gayrı bir niyetinin olmadığını, ama bu niyete ulaşmasına engel olmak isteyenlerin var olduğunu her fırsatta dile getirmektedir. Doktora iğne bile yaptırılmayacağı, “Doktor efendi” devrinin bitirileceği, meydanlarda yüksek sesle dile getirilmiştir. Doktorların elinin halkın cebinde olduğu, bıçak parasının vatandaşı inim inim inlettiği kara propagandası, tekrar tekrar piyasaya sürülmüştür. Bu söylemle hekimler ve diğer sağlık çalışanları ve sendikalar ve meslek örgütleri olmak üzere, hedef gösterilmektedir.

Gelinen noktada sağlık hizmeti algısı değiştirilerek sadece vatandaşın hekime kolayca “ulaşımı” şekline dönüştürülmüştür. Ulaşımdan kastedilen nitelikli sağlık hizmeti almak değil, yılda iki-üç yerine on defa doktora gitmektir. Bu algı, uygunsuz ilaç kullanımında artışı, hastane hastane dolaşmaya rağmen tedavi olamamayı da beraberinde getirmiştir.

2008-2013 yılları arasında şiddet nedeniyle tabip odalarına başvuran hekim sayısı beş kat artmıştır. Fiziksel şiddet olaylarının tamamı başvuru ile sonuçlanmadığından gerçek rakamların çok daha fazla olduğu bilinmektedir. Hekimler sözel şiddeti neredeyse tümüyle kanıksamak durumunda kalmıştır. Şiddet, en fazla Eğitim ve Araştırma Hastaneleri ve acil servislerde; asistan hekimlere ve kadın hekimlere yönelik olarak gerçekleşmektedir. Mesleğe yeni başladıkları sağlık sisteminin olumsuzlukları nedeniyle genç hekimler, şiddete en çok maruz kalanlardır.

Şiddetin nedenleri incelendiğinde, hekimlik görev ve sorumlulukları, mesleki evrensel etik değerler ile bir ilişki kurmak mümkün değildir. Geç gelen asansör, kendisinin uygun bulup istediği ilacın yazılmamış olması, kalbi durmuş bir hastayı kurtarmaya çalışmak yerine on gündür öksüren hastaya bakılmamış olması, doktorun hasta olması nedeniyle ilacını içmek için odasından on dakika ayrılması, 80 yaşındaki kanserli dedenin ölümü gibi nedenlerle, hekimler suçlanmakta ve ceza (?!) hemen oracıkta verilmek istenmektedir. Hekimlere tarih boyunca tanrısal bir güç atfedilmiş olmakla birlikte, hekimliğin özü insanı sevmek ve yaşamı savunmaktır. Bunu yaparken de saygı görmek, horlanmamak hekimlerin en doğal hakkıdır.

Çağdaş Hekimler olarak, üzerimize düşen büyük sorumluluğun farkındayız. Hekime yönelik şiddet, hekimlere olduğu kadar hekimlik değerlerine de saldırıdır. Hekimlik değerlerimize sahip çıkmak kadar, var olan duruma karşı yeni davranış modelleri geliştirmeye de açık olmamız gerekmektedir. Bu gerekliliğimizi meslektaşlarımızla dayanışma içinde sürdürme yönündeki kararlılığımız devam edecektir.

Kadınlar Eşit ve Özgürdür
Kadına yönelik şiddet can almaya devam etmektedir. Kadına yönelik erkek şiddeti ve giderek artan cinayetleri, cinsiyet ayrımcılığı beslemektedir. Başbakan’ın ‘”kadınlarla erkeklerin eşit olmadığı” söylemi cinsiyet ayrımcılığının açık, net bir ifadesidir. Kadını ikincilleştiren bu dil var oldukça, kadınlar bu topraklarda güvende değildir.

Kadınların korunmaları gereken çocuk yaşta “evlilik” adı altında cinsel istismara maruz kalmalarına toplumsal ve yasal zemin aranmakta, taciz ve tecavüz suçları cezasız kalmakta, kadının bedeni ve beyanı erkek egemen kabullere terk edilmektedir. Bakanlık isminde kadının adına tahammül edemeyen zihniyet; kadınları doğurganlığa, çocuk ve yaşlı bakımı için eve, esnek çalışma ile yoksulluğa mahkûm etmektedir.

Sağlık hizmetine erişimdeki eşitsizlik, yoksul kadınları daha fazla etkilemiştir. Piyasacı sağlık hizmetlerine eklenen muhafazakarlığın hak, etik tanımaz erkek egemen zihniyeti ile kadın sağlığı kamu hizmetlerinden dışlanmıştır.

Temel insan hakları, uluslararası biyoetik sözleşmesine rağmen kadının kendi bedeni üzerindeki kararları yok sayılmış; gebelik izlemi gibi en gerekli uygulamalar bile kadınların mahremiyetlerine izin vermeyen takip tarzına dönüştürülmüştür.

Birinci basamak hizmetleri parçalanırken özellikle doğum kontrol yöntemlerine erişim zorlaştırılmıştır. Aile Sağlığı Merkezlerine ve Toplum Sağlığı Merkezlerine ancak eser miktarda oral kontraseptifler ve diğer malzemeler gönderilmiştir. Tüm sağlık çalışanlarının emeği ile onlarca yıldır doğum kontrol yöntemlerinin güçlendirilmesini sağlamaya ve böylelikle istenmeyen gebeliklerin önlenmesine çabalayan hekimler olarak uyarıyoruz: Koruyucu sağlık hizmetlerinde tüccar matematiği kadınların yaşamlarına mal olacaktır!

Doğum kontrol hizmeti bırakılırken istenmeyen gebeliklerde rahim tahliyesi, yasalara aykırı olarak engellenmektedir. Kürtaj oranları 1983 yasasından bu yana en düşük seviyelerde olmasına rağmen, kürtaj üzerine başlatılan tartışma ile fiili olarak kürtaj hizmeti sunumu azaltılmıştır. Bununla da yetinilmemiş; yan etki olarak düşüğe neden olabilecek ilaçlar eczanelerden toplatılmıştır. Kamu hastanelerinde aksayan hizmetler özellikle yoksul kadınları çaresiz bırakmıştır. Bu çaresizliğin yaratacağı her yaşamsal tehlikenin sorumlusu hükümetin kendisidir.

Doğumun nasıl yapılması gerektiği hekim ve hasta arasında bir karar olmaktan çıkarak hükümetin yasasına dayandırılmıştır. Baskı ve kısıtlamalarla doğurganlığı artırmayı amaçlayan hükümet, bir yandan da işyerlerinde kreş açmayı hâlâ çalışan kadın sayısına bağlamaya devam etmekte; süt izni ve gece çalışma koşullarında değişikliğe giderek gebe ya da emziren kadınları işsizliğe mahkûm etmektedir.

Muhafazakarlık örtüsü kaldırıldığında; işsizliğin giderek arttığı, emek değerinin her geçen gün düşürüldüğü ülkelerde, doğumları artıran politikaların işsizliği ve yoksulluğu derinleştirmekten, kadın bedenini bir araç gibi görmekten başka bir şeye hizmet etmediği açık olarak görülmektedir.

Çağdaş Hekimler olarak, piyasacı sağlık hizmetlerinin kadın sağlığını tehlikeye atmasına, mesleki uygulamalara sızan baskının kadınların sağlığını tehdit etmesine izin vermeyeceğiz.

Emeklilik, Hekimler İçin Yalnız ve Zor Bir Döneme Denk Düşmektedir
Uzun bir tıp eğitimi ve yorucu bir çalışma döneminin sonunda emekli hekimler yalnızlığa terk edilirken ekonomik ve sosyal açıdan birçok sorunla karşı karşıya kalmaktadır.

Kamuda çalışırken gelir düzeyindeki yetersizliğin yanı sıra ek ücretlerin emekli maaşlarına yansıtılmaması sonucu, emekli hekimler standart yaşamını sürdürmek için çalışmak zorunda kalmaktadır. Özel sağlık sektöründe çalışan hekimlerin sigorta primi gerçek ücretin altında gösterilmekte, emeklilik döneminde düşük ücret nedeniyle yine çalışmak zorunda kalınmaktadır.

Bugün ülkemizde emekli hekimler, ortalama olarak, Emekli Sandığı’ndan 1800-2200 TL, SSK’dan 1100-1400 TL, BAĞ-KUR’dan 800–900 TL maaş almaktadırlar. Bu rakamlar emekli hekimlerin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik şartları açık olarak ortaya koymaktadır. Emekli hekim maaşları ile bazı meslek gruplarına ait emekli maaşları karşılaştırıldığında hekimlere yapılan haksızlık açık olarak ortaya çıkmaktadır.

Ekonomik sorunların yanı sıra son yıllarda yaşanan mesleki değersizleştirmeye, etik değerlerdeki yozlaşmaya ve sağlık sistemindeki piyasalaşmaya bağlı olarak emekli hekimler, sağlık hizmeti almak istediklerinde de hak etmedikleri davranışlarla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Emeklilik insani ve sosyal bir haktır. Tüm emekli hekimlerin mesleki saygınlığına uygun, emeklilik yaşamlarını ekonomik ve sosyal açıdan rahatlıkla sürdürebileceği şartlar oluşturulmalıdır.

Çağdaş Hekimler olarak, emekli hekimlerin yaşadığı sorunların esasında tüm hekimlerin sorunu olduğunun ve bu konuda tüm hekimlerin birlikte mücadele etmesinin gerekliliğinin farkındayız. Emeklilik dönemlerinde de hekimlerin yanlarında yer almak, sorunlarını kamuoyu ile paylaşmak önümüzde bir görev olarak durmaktadır.

İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği
Mücadelemiz işçi sağlığının korunması, sürekli eğitim, iyi hekimlik ve hekim emeğinin değersizleştirilmemesi için olacaktır.

Son yıllarda yapılan düzenlemelerle, işçi sağlığı ve işyeri hekimliği tamamen ticarileşti. Özellikle 2010 yılından sonra İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği alanında çıkarılan kanun ve yönetmelikler ile bu alan tamamen piyasa koşullarına terk edildi. Türk Tabipleri Birliği’nin uzun mücadeleler sonucu elde ettiği ücretler, ekonomik ve özlük haklar yok edildi; işyeri hekimi ücretleri özel şirketlerin rekabeti sonucu belirlenir oldu. İşyeri hekimlerinin temel ve sürekli eğitimleri Türk Tabipleri Birliği’nden alınıp özel şirketlere verildi. Eğitim standartları yok edildi. Çalışanlara işyeri hekiminin ayırması gereken aylık süreler, kişi başına dört dakikaya kadar düşürüldü. Yaşanan yıkım, alanın işçi sağlığı kısmını da etkisizleştirdi. Bizler, varlık gerekçemizin işçi sağlığı olduğu ve işçi sağlığını öncelemeyen zihniyetlerin işyeri hekimliği alanını da yıkacağı bilinciyle işçi sağlığının korunması çabası içindeyiz

İşyeri hekimi ücretlerinin iyileştirilmesi, hekim emeğinin korunması ve piyasa koşullarına terk edilmemesi, bu alanın en önemli sorunlarıdır. İşyeri hekimlerinin sürekli eğitimleri konusunda adımlar atmak; iyi hekimlik ve mesleki bağımsızlık için mücadele etmek hedefimizdir.

Çağdaş Hekimler olarak, özelleştirme, etkisizleştirme ve yok edilmelere karşı mücadele yürüteceğiz. Mesleki yeterlik ve yetkinliklerin meslek örgütlerinin sorumluluğunda olması için çaba harcayacağız; işyeri hekimliğinin hekimlere ek gelir getiren bir etkinlik değil, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin önemli bir bileşeni olması için mücadele edeceğiz.

Son Yazılar

antalya cagdas

2024-2026 Adaylarımız

Antalya Tabip Odası 2024-2026 dönemi için aday listemiz ve adaylarımızın kısa özgeçmişleri YÖNETİM KURULU  ADAYLARIMIZ

Paylaş:

Bize Ulaşın