Yapısal Dönüşüm Programlar ve Sağlık-Köksal Aydın

Antalya Çağdaş Hekimler > Yapısal Dönüşüm Programlar ve Sağlık-Köksal Aydın

“Dönüşüm programı”nın son aşamalarına gelindi. Aslında bir teorik düzlem olarak program tamamlandı da denebilir. Zira bir sistemin karakterini belirleyen en önemli unsur finansman yapısıdır ve GSS ile sağlık hizmetlerinin finansman yapısı değiştirilmiştir. Artık sağlık hizmeti toplanan vergilerle değil prim, katılım payı, ilave ücret adı altında yurttaştan alınan paralarla finanse edilmekte, ama vergilerde hiçbir eksilme olmamaktadır. Bu haliyle yurttaş ikinci kez vergilendirilmektedir.

Gelinen aşamada sağlık hizmetleri büyük ölçüde piyasalaştırılmıştır. Yasal düzenleme olarak “Kamu Hastaneler Birliği Yasa Tasarısı” sıradadır. Alt komisyon çalışmaları tamamlanan yasa tasarısı TBMM Genel Kurulu’na getirilmek üzeredir. SSK sağlık kurumlarının Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi esnasında “sağlık kurumlarını tek çatı altında toplayacağız” diyenler bu yasayla ilk taslak metinde 40, daha sonra 90 olmak üzere ülke genelinde birbirinden bağımsız birlikler oluşturarak sağlık kurumlarını 90 ayrı parçaya bölmeye hazırlanmaktalar. (Türkiye’de 81 tane vilayet var. Sayı 40 olunca bazı illeri birbirine bağlamak gerekecekti. İller arasında yerel rekabet var, tarihsel kavgalar var, bu illeri de birbirine bağlamak başlı başına bir karışıklık yaratacaktı. O yüzden kolayca birlik sayısını 90’a çıkardılar.)

BİRLİK’TE TİCARET ODASINDAN TEMSİLCİ!

500’e yakın kamu hastanesi, Kamu Hastaneleri Birliği adı altında bir araya getirilecek, sağlık hizmetleri 90 ayrı parçaya bölünecek. Birlikler için bir yönetim kurulu oluşturulacak. Yönetim kurulunun sağlıkla, kamuyla, devletle falan hiçbir alakası olmayacak. Yönetim kuruluna il genel meclisi ve vali tarafından atamalar yapılacak. Sağlık Bakanlığı ve İl Sağlık Müdürlüğü tarafından atamalar yapılacak. Toplam 7 kişilik birlik yönetim kurulu içerisinde 3 kişi vali ve il genel meclis tarafından atanıyor. Bunların meslekleri muhasebeci, hukukçu gibi sağlıkla ilgisi olmayan meslek gruplarıdır. Yalnızca 3 kişi sağlıkla ilgili olan meslek gruplarından oluşacak. Burada ataması yapılacak 7. kişi çok önemli bir işlev görecek ancak bu kişi de o ilin Sanayi ve Ticaret Odası tarafından atanacak. Böylece temel amacın sağlık hizmeti yerine kâr elde etmek olduğu daha yönetim kurulu bileşiminden ve ağırlığından da kolayca anlaşılmaktadır. Bu yönetim kurulu ve üst düzey idari yapının tamamı sözleşmeli istihdam ediliyor. Burada bir çelişki ortaya çıkıyor. Örneğin hastanede çalışan bir hemşire 657’li. Birlik yönetimi oluştu, birlik yönetimi sözleşmeli. Yani atamayla gelmiş, sözleşmeli. Bilindiği üzere 657’de sicil amirliği vardır. Bir sözleşmeli idareci yani 657’li olmayan, devlet memuru olmayan bir şahıs 657’li bir kişiye sicil amir olabilir mi? Peki, çelişki nasıl çözülecek? Çalışanlar da 657’den çıkarılıp sözleşmeli yapılacak.

Şu an özel hastanelerde olduğu gibi kamu hastaneleri birliklerinde de hastaneler sınıflandırılıyor. A, B, C, D ve E grubu olmak üzere hastaneler sınıflandırılıyor. Neye göre? Hizmet altyapısı, organizasyon, hasta memnuniyeti… vb kriterlere göre. Niçin sınıflandırılıyor? Bir vatandaş “A” sınıfı hastaneye gittiğinde yüzde 70, “E” sınıfı hastaneye gittiğinde yüzde 40 ilave ücret ödesin diye. Örneğin sosyal güvenceniz var. “A” sınıfı bir hastaneye ameliyat olmaya gittiniz. Ameliyatınız sosyal güvenlik kurumu tarifesinde örneğin 3 bin liralık bir ameliyat olsun. Siz bu durumda sosyal güvenliğiniz olmasına rağmen oradan ödenecek 3 bin lira dışında yüzde 70 daha (yaklaşık 2 bin lira) cebinizden ödemek durumunda kalacaksınız. Tercihiniz (kesenizin durumu gereği) “E” sınıfı bir hastane olursa ilave ücret olarak cebinizden çıkacak para 1200 TL olacaktır. Yani her halükârda cebinizden para harcayacak, paranız kadar, paranızın yettiği yerde hizmet alacaksınız.

A, B ve C grubu hastaneleri gelirleri giderlerinden fazla olan, kâr elde eden hastaneler, “D” grubu sınırda, “E” grubu ise zarar eden hastane konumundadır. “E” grubundaki hastaneler kapatılabilir veya oranın ekonomik yükü merkezi hükümet tarafından, Sağlık Bakanlığı tarafından üstelenilebilir. “D” grubundaki hastane yöneticilerine ise bir yıllık süre veriliyor, bir yıl içinde kâra geçirmesi isteniyor. Şayet başarılamazsa yönetim görevden alınarak yerlerine yeni atamalar yapılması öngörülüyor.

Yasa tasarısında hastane birliklerinin gelirleri bölümüne bakıldığında “gerektiğinde devletçe yapılacak katkılar” ibaresi dışında Sağlık Bakanlığı bütçesinden hastanelere ödenek ayrılmayacağını anlıyoruz. Bunun anlamı şudur: Sağlık Bakanlığı yalnızca zarar eden ama namus belasına ayakta tutulması gereken “E” sınıfı hastanelere istemeye istemeye bir miktar ekonomik katkıda bulunacak. Ama bunun dışındaki hastanelere Sağlık Bakanlığı’ndan bir kuruş para gelmeyecek. Hatta ve hatta bu birlik yönetimleri elde ettikleri gelirinin yüzde 5’ini Sağlık Bakanlığı’na aktaracaklar. Bu yasayla tam tersine kurumların, hizmet birimlerinin bakanlığa kaynak aktaracağı bir işleyişe tanık olacağız.

Yasa tasarısının mevcut personelin durumuyla ilgili düzenlemesi sözleşmeli çalışma olarak karşımıza çıkıyor. Her ne kadar 5 yıllık bir geçiş süreci öngörülmüş olsa da bu sürecin 5 yıl süreceğini düşünmek mümkün değil. Çünkü örneğin bundan 6 ay önce Bursa’da 112 hizmetleri taşeron şirketlere devredilmeye kalkıldı. Şu an bazı hastanelerde laboratuvar ve röntgen gibi birimler taşeron şirketlere devrediliyor. Yani sağlık çalışanlarının 657 ile çalışacakları birimler giderek azalıyor. Hizmet birimlerinin taşeronlaştırılmasıyla en kısa zaman içerisinde sağlık çalışanları iş güvencelerini kaybederek sözleşmeli statüye geçmeye zorlanacaktır.

NE YAPMALI, NASIL YAPMALI?

“Sağlıkta Dönüşüm Programı” vatandaş açısından sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi, haliyle paralı hale getirilmesi, sağlık alanındaki eşitsizliklerin kat ve kat artması, bebek ölümleri, kolera salgını gibi salgınların hortlaması, bu alanın tamamen küresel sermayenin çıkarlarına uygun bir piyasa alanı haline dönüştürülmesi anlamına gelmektedir. Çalışanlar açısından değerlendirildiğinde ise sözleşmeli, kölelik koşullarında, düşük ücretlerle çalışmak demektir. Güvencesizlik çıktı, sağlık hizmetleri paralı oldu. Gittiğimiz her yerde para ödemek durumunda kalıyoruz. Dolayısıyla ne yapmalıyız sorusuna mutlaka yanıtlar bulmalıyız. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası olarak, zaman zaman TTB ile zaman zaman diğer örgütlerle, ama zaman zaman da tek başımıza gerçekten önemli bir mücadele verdik. Bu mücadele verilmeseydi “dönüşüm programı” 2004 yılı içerisinde tamamlanacaktı. Ama 2010 yılı içerisindeyiz, 6 yıllık gecikmeye rağmen henüz tamamlayamadılar. Buradan yapılacak en önemli çıkarım mücadeleyle pekâlâ sonuç elde edilebileceğini bilmek ve paylaşmak olmalıdır.

Bu durumda ne yapmalıyız sorusuna yanıt ararken öncelikli olarak bakmamız gereken şey, kimlerin bu programa karşı, kimlerin bu programa yandaş olduğunun analizidir. Başka bir ifadeyle biz kimlerle birlikte olacağız?

(1) 2 ay önce yaptığımız ankette sağlık çalışanlarına “dönüşüm programı”nı sorduk. (Şıklar; olumlu, kısmen olumlu, olumsuz ve yıkım). Çalışanların ezici bir çoğunluğu “olumsuz” ve “yıkım” yanıtı verdi. Yüzde 80’in üzerinde bir çalışan kitlesi sağlıkta dönüşüm programının olumsuz bir program olduğunu düşünüyor. Olumlu bulan yalnızca yüzde 3.2. Bu durumda sağlık çalışanlarının ezici bir çoğunluğunun sağlıkta dönüşüm programına karşı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla mücadelede birlikte olacağımız en önemli kesit hizmeti sunanlar, yani sağlık emekçilerinin bizzat kendileridir.

(2) Sağlık Bakanı bir yıl öncesine kadar sıkça televizyonlara çıkar, hastaların ve vatandaşın bu “sağlıkta dönüşüm programı”ndan ne kadar memnun olduğunu anlatırdı. Ama son bir yıldır böyle konuşmuyor. Niye? Çünkü memnuniyet oranı düştü. Çeşitli yayınlarda yazıldığı üzere memnuniyet yüzde 30’lara kadar gerilemiş durumdadır. Bunun nedeni ilk yıllarda sistemin Dünya Bankası’ndan alınan kredilerle finanse edilmesi, vatandaşın cebinden bir kuruş para istenmemesiydi. Son bir yıllık dönemde özellikle küresel krizin de etkisiyle durum değişti. Artık değirmenin suyu hayli azaldı. Küresel krizle birlikte bakanlık artan sağlık harcamalarını finanse etmek için katılım payı ve ilave ücretlerle artık vatandaşın cebine saldırıyor.

Çalışanlar ve toplum bu sistemin mağdurudur ve büyük oranda sisteme karşıdır.

(3) Bu alanda çok değerli bir birikimimiz var. Bu birikimimizi değişen koşullara uygun yeniden gözden geçirmeliyiz. Birikimimize sahip çıkmalı ve güncellemeliyiz.

(4)Hizmeti alanlarla, hizmet sunanları bir araya getirecek bir mücadele programı oluşturmalıyız. Şu an Türkiye’nin birçok yerinde “herkese sağlık, güvenli gelecek” platformları var. Bu platformların yeniden işlevlendirilmesi gerekir.

(5) Sorunun esas olarak bir siyasi sorun olduğunu unutmamamız gerekiyor. Çok açık ki “dönüşüm programı”na karşı bir siyasi hesaplaşmanın yaşanması gerekiyor. Bu programı uygulayanların vatandaş nezdinde mutlaka teşhir edilmesi gerekiyor. Çünkü sağlık alanı öyle başka alanlara benzemez. Sağlık alanındaki piyasalaştırmanın faturası, özelleştirmenin faturası maalesef ölümdür.

(6) Bizlere “siz her şeye karşı çıkıyorsunuz” ama “sizin hiçbir alternatifiniz yok” diyebilirler. Derler ki “bu programın alternatifi yok, özelleştirme kaçınılmazdır”. Toplum da sanki gerçekten başka bir çare, başka bir alternatifi yokmuş gibi bir yanılsamaya kapılır.

Bizim alternatifimiz var. Alternatif sağlık sistemimiz beş temel somut yanıttan oluşmaktadır:

1.Sağlık finansmanı: Bugünkü sistem kamudan özele kaynak aktarımı üzerine kuruludur. Özele kaynak aktarımının durdurularak mevcut kaynağın kamuda kalması dahi ücretsiz sağlık hizmeti sunumu için yeterli olacaktır. Buna koruyucu sağlık hizmetlerini esas alan bir model (Küba örneğinde olduğu gibi bu modelde maliyet çok düşüktür), kamusal aşı ve ilaç üretimine yatırım yapılarak küresel sermayeye bağımlılığın azaltılması, adaletli bir vergi sistemi, insana ve sağlığa öncelik veren bir siyasi ve toplumsal irade eklendiğinde finansman sorunu kolaylıkla çözülebilir.

2.Sağlık insan gücü: Piyasacı anlayışın yarattığı kargaşa sağlık insan gücü dağılımında dengesizlikler yaratmıştır. Bu durum değiştirildiği oranda kamusal bir organizasyon için sağlık insan gücü yeterlidir.

3.Hizmet modelleri: 1960’larda çıkan 224 sayılı sosyalizasyon yasasının çıktığı Türkiye konjonktürüyle bugünkü konjonktür farklıdır. Ama o yasanın ruhu, o yasanın felsefesi önemini korumaktadır. Eksik kalan kentlerdeki sağlık organizasyonlarıdır. Kentlerin sağlık sorunlarını çözecek, basamaklandırılmış 1.2.3. basamak sağlık hizmeti modellerimiz vardır.

4.Aşı, ilaç ve teknoloji üretimi: Türkiye’nin şu an en büyük sorunu budur. Kamusal aşı, ilaç ve teknoloji üretimi dibe vurmuştur. Oysaki gelinen çağda gelişen teknolojiyle beraber ilaçların ve aşıların yüzde 80’ini, yüzde 90’ını üretmek mümkündür. Türkiye hızla kamusal aşı ve ilaç politikalarına önem vermelidir. Buraya mutlaka ve mutlaka yatırım yapmalıdır. Çünkü siz ne kadar mükemmel bir sağlık sistemi kurarsanız kurun, eğer aşı ve ilaçta dışarıya bağımlıysanız o dışarısı size yalnızca aşı ve ilaç satmaz. Bir süre sonra politika da dayatmaya başlar. Sizin sisteminize de müdahale etmeye başlar.  İşte IMF ve Dünya Bankası bunun için var. Dolayısıyla mutlaka kamusal aşı ve ilaç politikalarına yönelmek gerekmektedir.

5.Toplum katılımı: Dünyadaki deneyimler gösteriyor ki siz ne kadar mükemmel bir sistem kurarsanız kurun, eğer bu sistem çalışanlar tarafından denetlenemiyorsa, çalışanlar burada söz, yetki, karar sahibi değilse; toplum tarafından denetlenemiyorsa, toplum burada söz, yetki, karar sahibi değilse o sistem eninde sonunda yozlaşıyor ve bürokratikleşiyor. Çalışanlar ve toplum o sisteme yabancılaşmaya başlıyor. Dolayısıyla toplum katılımını ve çalışanların katılımını sağlayacak mekanizmaların oluşturulması bir zorunluluktur.

(7) Dikkat etmemiz gereken en önemli şey yaşanan hak kayıplarını kanıksamamak ve kanıksatmamak olmalıdır. Daha önce hiç olmayacak dediğimiz şeyler yavaş yavaş toplum tarafından kanıksanıyor. İşte biz emek örgütleri, sendikalar, siyasi partiler, sosyalistler, devrimciler olarak mutlaka buraya dikkat etmeli, doğru zamanlamalarla sürece müdahil olabilmeliyiz.

(8) Kitlesel ve güçlü eylemlilikler gerçekleştirmeliyiz. Sistem karşıtlığı temelinde hem işyerlerinde sınıftan gücünü alan, hem de sokaktaki vatandaşla buluşan siyasal ve toplumsal bir muhalefeti örgütlemeliyiz.

(9) Sağlık alanı sağlığın tanımı gereği sosyal bir alandır ve bundan dolayıdır ki piyasa ideolojisiyle, kapitalizmle çelişmektedir. Hastalık risklerinin (çevre kirliliği, radyoaktivite, mikroorganizmalar, GDO’lu ürünler…) sınır tanımazlığı bilindiğine göre kurulacak kamusal sağlık sistemlerinin de sınır tanımaz kılınması gerekecektir. Bu durumda talebimiz; Yerelden Küresele; KAMUSAL SAĞLIK SİSTEMLERİ KURULMALIDIR olmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, Eşit, Ücretsiz, Nitelikli; BAŞKA BİR SAĞLIK SİSTEMİ MÜMKÜNDÜR!

 

BirGÜN gazetesinden alınmıştır

Son Yazılar

Paylaş:

Bize Ulaşın