PRATİSYEN HEKİMLİK DERNEĞİ ANKARA ŞUBE BAŞKANI DR. FİGEN ŞAHPAZ: Aile hekimliği, toplum ve birey sağlığı bütünselliğini yok ediyor
2004yılında Aile Hekimliği pilot yasası çıkartıldıktan sonra ilk uygulama Düzce’de başladı. Beş yıldır pilot yasayla 40 ilde aile hekimliği uygulaması yürütülüyor.
2010 yılı sonunda tüm Türkiye’de Aile Hekimliği uygulamasına geçilmesi öngörülüyor. Pratisyen hekimler bu uygulamanın temel taşı olacaklar. Pilot uygulamanın sonuçları neler? Aile Hekimliği ne getirecek ne götürecek?
Pratisyen Hekimlik Derneği Ankara Şube Başkanı Dr. Figen Şahpaz, Aile Hekimliği uygulamasını tüm yönleri ile BirGün’e anlattı.
»Sayın Şahpaz, pilot yasanın çıkmasından bugüne yaşananları konuşmakla başlayabilir miyiz?
Pilot yasa şu demek: “Ben birbirine benzemeyen birkaç ilde bu sistemi uygularım, aksaklıkları, sıkıntıları görürüm ona göre tedbirimi alırım, asıl yasamı çıkarır, tüm ülkede bu sisteme başlarım”. Demek ki hâlâ bir şeyler tam anlamıyla oturmadı, bir sıkıntı var ki asıl yasa çıkarılamadı. 2006 yılında aile hekimliği bütün ülkeye yayılacak demişlerdi. Her sene bir yıl sonrası için plan yaptılar. En son açıklama 2010 yılının sonuna kadar bütün ülkede aile hekimliği sistemine geçileceği yönünde. Ankara ise bu sisteme temmuz ayında geçecek, uygulama başladığında burada da herkesin bir aile hekimi olacak. Şu anda Ankara Sağlık Müdürlüğü’nde çok yoğun bir çalışma yürütülüyor. Mahaller, bölgeler ayrılıyor. Bireyler adrese dayalı nüfus kayıt sistemine göre bir aile hekimliği bölgesine kaydediliyor. Mayıs sonunda herkesin bağlı olduğu Aile Hekimi belli olacak.
»Aile Hekimliği ayrı bir uzmanlık alanı mıdır? Bu alanda yetişmiş yeterli personel var mı?
Var olan mevzuata göre, Aile Hekimi kendisine bağlı olan nüfusun birinci basamak tedavi ve bireysel koruyucu hizmetlerinden sorumlu kişidir. Başınız, karnınız ağrıdığında, ateşiniz olduğunda ilk gideceğiniz hekim Aile Hekimidir. Birinci basamak sağlık hizmetleri çok özel bir hizmet alanıdır. Sağlık problemlerinin yüzde 80-90’ı bu basamakta çözülür. Aile Hekimliği ya da Genel Pratisyenlik birinci basamağın uzmanlığıdır, dolayısıyla özel bir uzmanlık eğitimi gerektirir. Ne yazık ki Türkiye’de bu durum böyle değil. Altı senelik tıp eğitimi bizleri sağlık ocağı hekimi olarak yetiştiremiyor. Neticede oradaki hastalıklar ve sağlık sorunlarıyla mücadele daha farklı. Yeni mezun olan bir hekim üniversite ortamındaki koşulları biliyor, köydeki sağlık ocağına gittiğinde yetersiz kalıyor.
»Vatandaşlar aile hekimlerinin kim olduğunu nereden öğrenecekler?
Bunun duyurusu İl Sağlık Müdürlükleri’nin web sayfalarından yapılır. Uygulama başladığında ilk 6 ay boyunca ikametgahınızın olduğu bölgenin aile hekimine bağlanıyorsunuz. Bu süre geçtikten sonra her 6 ayda bir aile hekiminizi değiştirme hakkına sahipsiniz. Aile hekimi, aile sağlığı elemanı adı verilen bir hemşire, ebe ya da sağlık memuru ile birlikte çalışıyor. Bu hekimler bin ile 4 bin arası bir hasta kitlesine sağlık hizmeti verecek. Kayıtlı nüfus 4 binin üzerine çıkılırsa aile hekimine fazladan para ödenmiyor, binin altına inerse de sözleşmesi feshediliyor.
»Söz konusu uygulamanın şu anki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bireye ait koruyucu hizmetlerle topluma ait koruyucu hizmetleri birbirinden ayırmak çok da mümkün olmadığı gibi sakıncalıdır. Ayrıca bunu bir ekip olarak yapmak gerekiyor. Bir hekim ve bir hemşirenin tek başına altından kalkması mümkün değildir. Sorumluluğu fazla olan bu hizmetler sağlık ocağı sisteminde sorumlu hekim, diğer çalışan hekimler, hemşireler, ebeler, sağlık memurları, çevre sağlık teknisyenleri ve sağlık teknikerleri hepsi bir araya geldiğinde planlanabiliyordu. İktidar, tedavi yani poliklinik kısmını ayırmak istedi. Doktorun da bu hizmeti muayenehanecilik mantığıyla yürütmesini uygun gördü. Topluma yönelik koruyucu sağlık hizmetlerini ise toplum sağlığı merkezlerine verdi. Eskiden iç içe olan bir hizmeti, şimdi tamamen birbirinden ayırmış oldular. Doktoru hemşireyle beraber bütün hizmetlerini kendi planlasın, harcamalarını kendi yapsın, malzemelerini kendi alsın, laboratuar hizmetini kendi yürütsün ve kendi yağıyla kavrulsun diye başka bir birime yönlendirdiler. Bu sistemle doktora iyi para verilirken, bu paranın karşılığında sözleşme yapılıyor. Yani devlet memurluğu sanki devam ediyormuş gibi görünürken, özel bir hekim sözleşmesi yaparcasına sözleşme imzaladı.
»Bu sistem Türkiye için doğru mu?
Hekim sadece kendisine gelen hastayı tedavi ederse o hastalığın kaynağıyla ilgilenemez. Diyelim ki kirli sudan bulaşan sarılık mikrobu kapmış bir çocuk hastalanırsa o çocuğu sadece tedavi etmeniz yetmez, kirli su ile de mücadele etmeniz gerekir. Bir hekim ve bir hemşire bunu tek başına yapamaz. Ancak sağlık ocağı ekibi bunu yapar, yani orada kirli sudan kaynaklanan bir hastalık varsa hem gelen hastanın tedavisini yapar hem de gider mikropla ilgilenir. Bu da toplum sağlığıyla ilgilenmek demektir. Birey sağlığıyla toplum sağlığını birbirinden ayırdığınız noktada sorun yaşanır. Bu yeni sisteme aktarılan kaynak, hekimlere ve cari giderler adı altında verilen paraların bir kısmı sağlık ocağı sistemini geliştirmek için harcanmış olsaydı bugün Türkiye’de sağlık sistemi sorunu ortadan kalkardı.
Aile hekimliği ile birinci basamak özelleştirilmiş oluyor. Hekime sen muayenehanecilik yap denmiş oluyor. Hekimler birbirleriyle rekabet etsin isteniyor. Halbuki devlet güvenceli çalışan hekimler ücretsiz bir sağlık hizmeti verirse herkese eşit hizmet sağlanmış olur. Bu sistemin hantal olduğu söyleniyor. Ne yaparsa yapsın nasıl olsa maaşını alacaksa kişi çalışmaz, kaytarır, diye düşünür; hasta da hizmeti parasız aldığından kıymetini çok bilmez onun için biz sağlığı özelleştiriyoruz deniliyor. Fakat işin içine para girdiğinde kaçınılmaz olarak cebinde parası olmayan parası olandan daha az hizmet alır. Doktor da daha fazla para kazandıran işlemi tercih eder. Bunun sonucu olarak etik ilkeler ve iyi hekimlik değerleri zedelenir.
Bir başka sıkıntı da şöyle; 6 ay geçtikten sonra herkes aile hekimini değiştirebiliyor. Yan yana çalıştığınız doktor sizin rakibiniz oluyor. Halk hekim değiştirme hakkına sahip olduğu için hekimini tehdit edebiliyor. Örneğin bana rapor vermezsen ya da şu ilacı yazmazsan öbür doktoru seçerim diyor. Hekim yıllık izne ayrıldığında ya da hastalık raporu aldığında kayıtlı nüfusunu yandaki hekim arkadaşı çalabiliyor. Bunlar iş barışını, meslek ahlakını bozan şeyler.
»Türkiye’de sağlığın şu anki durumu için neler söylenebilir?
Geçenlerde Başbakan SSK’den hizmet alan halk kitlesi için kuntakinte dedi. Yani onlar kötü hizmet alıyorlardı ve ikinci sınıf vatandaşlardı, biz herkesi eşitledik dedi. Fakat şimdi şöyle bir şey yapıyorlar, artık özele giderseniz kapıdan girdiğiniz anda 12 TL sizden para alıyorlar. Ondan sonra yaptırdığınız her işlem için hastanenin sınıfına göre bir yüzde ödüyorsunuz. Özel hastaneleri A, B, C, D, E olarak beş sınıfa ayırdılar. En kaliteli hizmet verene ‘A’ dediler ve yüzde 70 fark alabileceğini söylediler. En alt sınıftaki hastaneye ya da tıp merkezine de sen yüzde 30 fark alabilirsin dediler. Hastane sınıflama halkı sınıflara ayırma demektir. Cebinde parası olmayan kişi bu durumda yine hiçbir yere gidemez. Artık devlet hastanesine de girdiğiniz zaman 5 TL ödüyorsunuz. Muayene oldunuz, tetkikleriniz yapıldı, reçete yazıldı bu reçete için de eczaneye 3 TL ödüyorsunuz. Alacağınız ilaçların da bir yüzdesi oluyor onları da ödüyorsunuz. Bu durumda cebinizde para yoksa ne devlete ne de özel hastaneye gidebiliyorsunuz.
Eskiden iyi kötü parası olmayana da hizmet verilebiliyordu. Şu durumda insanları özel sigortacılığa teşvik ediyorlar. Devlet memuru bile olsanız hastanelere cebinizden bir sürü para çıkacağı için o para çıkmasın diye özel sigorta yaptıracaksınız. Bu durumda da yine özel sigortaya prim yatıracaksınız, zaten devlete prim yatırıyorsun, muhtemelen özel sigorta da her işlemini yapmayacak yine cebinden para koyacaksın. Bu durumda yine 3 kere para ödeyeceksin. Sistemi buna getirmeye çalışıyorlar. Sağlık tamamen özelleşiyor.
BirGÜN Gazetesinden alınmıştır