BİREY, KİTLE VE UYKU-Osman Elbek

Antalya Çağdaş Hekimler > BİREY, KİTLE VE UYKU-Osman Elbek

‘gece çekilmez kader’i, kara ker’i ve ölüm’ü

doğurdu.  o uyku’yu ve düşler soyunu da doğurdu.’ (1)

Türk Uyku Araştırmaları Derneği’nin haberine göre dünyada en uzun süre uykusuz kalan kişi onbir gün uykusuz kalmayı başaran bir üniversite öğrencisiymiş. Uykusuzluk deneyi nedeniyle 11 gün gözlerini kapatmayan bu öğrencinin gerçekle ilişkisi kesilip psikoz benzeri bir tablo yaşaması nedeniyle deney sonlandırılmış.

Uykunun mitoloji ile ilişkisini irdelediğimizde Hypnose (Uyku Tanrısı)’un, Gece’nin oğlu ve Tahanatas (Ölüm)’ın kardeşi olduğunu fark ederiz. İlginçtir ki Hypnose, kardeşi ile birlikte Hades’in ölüler diyarında yaşamaktadır. Yunan mitolojisinde uyku, gece ve ölüler diyarı ile yakın bağlantılı olarak tasvir edilmekte ve olumlanmamaktadır. Belki de rüya görülen evrelerde gözler dışında, eller başta olmak üzere bedenin hemen tamamının ölü gibi hareketsiz kalması bu olumsuzlamanın bir nedenidir.

Didier Anzieu, uyku/rüya üzerine yapılan bu değerlendirmelere kitle/grup açısından farklı bir katkı sunmuştur. O kitleyi rüya anındaki bireye benzeterek, uyanıklık/rüya ile birey/kitle arasında ilişki kurar. Kanımca Anzieu’nun bu ilişkiyi kurmasına Gustave Le Bon’un görüşlerinin önemli katkısı olmuştur. Çünkü Le Bon, kitleyi bir bedene benzetmekte ve bedeni oluşturan hücrelerin bir araya gelip organizmanın tamamını var ettikleri zaman, her bir hücrenin (bireyin) tekil olarak sahip olduğu niteliklerin toplamından çok farklı bir bütünsel niteliğe ulaştığını belirtmektedir. Dolayısıyla ‘geçici bir varlık’ olan kitle, ‘bireylerden her birinin yalnız olduğunda hissedeceğinden, düşüneceğinden, hareket edeceğinden tamamen farklı bir şekilde hissettiren, düşündüren ve hareket ettiren bir tür ortak ruhla’ donanmıştır Le Bon’a göre. Hiç kuşkusuz ki bu öngörü ve tespitler kitle kavramına sol cepheden verilen ideolojik desteğin nedenini de kanıtlamaktadır.

Biz sol ve kitle tartışmasını biraz daha bekletip Le Bon ve Freud penceresinden mevcut kavramı analiz etmeye devam edersek, kitlenin çabuk öfkelendiğini, amaçlarına/arzularına ulaşmak için beklemeye tahammülsüz olduğunu, yüksek derecede hassas/alıngan olup havadan nem kaptığını, mutlak gücün sadece kendisinin uhdesinde bulunduğunu, kitleyi oluşturan bireyler için imkansız diye bir kavramın ortadan kalktığını, hoşgörüsüzlüğün çölünde kuruyan yapraklarını otorite inancı ile yeşertmeye çalıştığını, sözcüklerin büyülü gücüne boyun eğdiğini ve en önemlisi hedefinin ‘bilgi arayışı’ olmayıp ‘kesinlikte konumlanma’ olduğunu görmekteyiz (2). Sıkı bir yumruk!

Ne dersiniz gardımız düşüp suratımızın ortasına yediğimiz bu yumruktan sonra, devrimin sürekli bir örgütlenme olduğuna inanan özgürlükçü sosyalistler olarak ‘örgütlü kitle’ kavramı üzerinde dimağımızı biraz daha yormamız gerekmiyor mu?

Kendi adıma son dönemlerde giderek daha fazla oranda duyduğum ‘örgütlenelim ve seçimleri alalım’ çığlıkları sonrasında her defasında suratımın orta yerine okkalı bir yumruk yiyorum. Çünkü ikili-üçlü dertleşmelerde, yani kitle ruhunun yakalan(a)madığı ortamlarda dünya ve Türkiye konuları gündeme geldiğinde aklı başında, ayakları yerde olan kimi dostlarım/yoldaşlarım, kitleyi buldukları anda başka bir dünyaya, sanki bir hayal/rüya alemine dalıyorlar. Sanki uykusuzluk deneyinde 11 gün uykusuz kalan öğrenci kendileriymiş gibi gerçekle ilişkileri kesiliyor. Onlarca yıldır aynı pınarın başında soluklandıkları yoldaşlarına çok çabuk öfkeleniyorlar; eşitliği, özgürlüğü ve dahası kardeşliği çoğaltmak için söz aldıklarını unutup kinden, kısastan, öfkeden, hınçtan, kavgadan bahsediyorlar.

Aklın kovulduğu bu sürecin benim açımdan taşınamayacak noktası ise kitle adı verilen bütünü oluşturan her bir hücrenin (bireyin), daha on dakika önce var olan gerçek yaşamın sorunlarını ve olanaklarını unutup kinli sözcüklerin büyüsüne boyun eğmesidir. Üzülerek ifade etmek zorundayım ki bu coğrafyada atılan her ‘örgütlenelim’ çığlığı, gerçeğe ulaşabilecek soruları sormaktan imtina edip, bizlerin ve devrimin iyiliği ve kurtuluşu adına, siyasal ikbal peşinde koşan akil adamların “kesin doğru”larını dayatıyor bize. Kitle psikozunda gelişen bu ‘örgütlenelim ve seçimleri alalım’ macerası devrim adına, özgürlük, eşitlik adına otoriteye ve tahakküme varıyor, yüreğimi kanatmak pahasına.

Ben kendi adıma yoruldum ve tükendim bu maceradan. Dahası inanmıyorum bizleri devrime ulaştıracak sürecin bu yol olduğuna. Gündelik yaşama değmeyen, onu önemsemeyen, orada var olan sorunları ve o sorunların hemen yanı başındaki olanakları gözardı eden bu sihirli hayatın; bu imkânsızlıklar ütopyasının; bu rüya aleminin anlamı olmadığına inanıyorum. Yaşadığımız bu toplumsal psikozdan; gerçekle bağlantımızın kopuşundan; tıpkı bir rüya alemindeki gibi kaş ve gözümüzün dışındaki bedenimizin her bir yanını saran bu ölü katılığından; dizi dibimizdeki yoksulluğa, yoksunluğa, ötekileştirmeye söz söyleyip el değ(e)mediğimiz bu karabasan halimizden hızla sıyrılmak zorundayız.

Görmüyor muyuz ki var olduğumuz bu rüya/uyku aleminin efendileri Gece’nin oğlu Hypnose ve onun kardeşi Tahanatas’tır. Onlar Hades’in ölüler diyarının sakinleridir. Acele edelim, bir an önce göç etmek zorundayız yaşayanların diyarına. Öyle ya kitle hesaplaşmak için beklemektedir bizi.

Referans:

(1) Hesiodos, Theogonia.

(2) Enriquez E, Sürüden Devlete, 2004, Ayrıntı Yayınları.

Not: Bu yazı 9 Temmuz 2006 tarihinde sol gazete net (http://www.solgazete.net/)’te yayınlanan yazının, bugünlerde yaşadığımız ve yakın zaman içerisinde yaşayacağımız sendika seçimleri nedeniyle yeniden düzenlenmiş biçimidir.

Son Yazılar

Paylaş:

Bize Ulaşın