BU ÜLKE “KLAVYE” YA DA “SMS” MÜCADELESİYLE KAZANILMADI.
1976-1979 dönemi İzmir Atatürk Lisesi’nde okudum.
Mustafa Kemali, Cumhuriyeti, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Sovyetler Birliğini, Diyalektik Materyalizmi, aklım erdiğince orada öğrendim.
Geleneği, arkadaşlığı ve kardeşliği de.
Herkesin birbirine faşist, ya da komünist yaftalarını kolayca yapıştırdığı bir dönemde büyüdüm. Lise yaşantımda şiddete eğilim gösterdiğim olmadı. Ama Tercüman gazetesi okuyan rahmetli babama inat Cumhuriyet gazetesi okuduğum için İstanbul Pendik’te Tren istasyonunda ilk dayağımı yedim. Şiddeti, şiddetin akıl dışılığını ilk orada yaşadım.
Katıldığım ile kitlesel etkinlik Lozan meydanında Kahramanmaraş olaylarının kınandığı gösteri idi. Ardından Abdi İpekçi’nin katledilmesini kınamak için yürüdüğümü hatırlıyorum.
Dedemin evinde kalan tıp fakültesi öğrencilerine gösterilen saygıya özenerek Ege Tıbba girdim. 12 Eylül oldu. Vatan haini olarak yaftaladığı 1402’lik öğretim üyelerinin kısa süre de olsa öğrencisi olmaktan onurunu duydum.
Tam bu sıralarda “Kenan Evren” Ege Üniversitesini ziyarete geldi. Karşılamada “görevlendirilen” öğrenciler arasındaydım. Gitmedim. Gidenleri de yaftalamadım.Emperyalizme karşı sadece “Tıbbiyeli Hikmet” i hatırlatanlar sanırım hatırlarlar.Öğrenci harçlarının üniversitelere ilk geldiği yıllardı. Bazı arkadaşlarımız harca karşı çıkarken yanlarındaydım. Örgütlü mücadele sonucu faiziyle beraber harçları geri aldığımızda doğru şeyler için “örgütlü olmak” gerektiği bir kez daha zihnime çakıldı.
Yaftalamalar hep sürdü.
Mezuniyet Törenine katılmadım. Yeminimi Fakülte Sekreteri’nin odasında yaptım.
Çünkü 12 Eylül’ün hekimlere 1402, mecburi hizmet vb. yaptıklarının fakültemin suskunluğunun ve YÖK’e biat eden tavrının yakın tanığı oldum.
Meslektaşlarım kardeşlerim olacaktır diyordu yeminde. Din, dil, ırk,ya da sınıf sorunlarının görevlerimle hastam arasına girmeme izin vermeyeceğim diyordu. Bir de Hocalarım için beslediğim saygı ve mihneti her zaman koruyacağım dedim.
Zorunlu hizmette Samsun Devlet Hastanesindeydim. Samsun Tabip Odasına.. davetli olarak gelen Nusret Fişekle ilk tanışmam gerçekleşti. Onun ve bir önceki TTB Başkanı Dr. Erdal Atabek’in iktidar sahiplerince yaftalandığı günlerdi. Henüz bilgisayar çağı değildi. SMS mücadelesi yoktu. İyi ki yokmuş. Kim bilir neler denirdi.
Ve o günden beri başka bir çatı altında olmadım.
Yaftalamalar sürdü
Daha sonra İzmir.. Yeşilyurt Devlet Hastanesi acil servisi, ardından Sağlık Ocağı serüveni… Muhalif olduğumuz için iktidar sahiplerince sevilmedim. Gezmediğim yer kalmadı. Tabip Odası’nda kongreler, sürekli eğitim etkinlikleri, Gündoğdu Meydanı’nın henüz bize açılmadığı günlerde Gaziemir’den Karşıyaka’ya çeşitli meydanlarda Beyaz Eylemler…
Sendikalar henüz yokken etkinliklerle mesleğe ve ülkeye ait değerlere hep birlikte sahip çıktık.. Ne yazık ki Uğur Mumcu’nun Bahriye Üçok’un ve nice değerimizin katledilmelerini de yaşadım oda çatısı altında.
Yaftalamalar oda ya da TTB yöneticisi olduğumuzda da sürdü kuşkusuz.
Şu anda İzmir Tabip Odası’nda ya da TTB’de cumhuriyetçilik adına göreve talip olanlar, geleneklerini unutup Sayın Akdağ’ı TTB Onur Kurulu’nda aday gösterdiler. Uyardık. Tabip Odası’nda iktidarda iken hükümete muhalefeti bir kenara bırakıp TTB’ye muhalefetle vakit harcadılar, harcıyorlar. Ele geçirmek ve kapatmak isteyenlerin işine yarayacak dedik. Yine uyardık.
Son oda seçimlerinde de yaftalamalar sürdü.
20 yıldır odaya emeğime değer veren arkadaşlarımın önerisiyle hocalarım dururken grup sözcüsü olarak yönetim kuruluna aday oldum.Hekimlik pratiklerinde ülke sevgisine tanık olduğum arkadaşlarım ve hocalarımla birlikte “iyi hekimlik değerleri için” programımızı açıkladık ve geleneklerimize sahip çıkarak çalışmalarımızı sürdürdük.
Aday olan arkadaşlarımızın birçoğu görüşlerini ve Tabip Odası çatısı altında hangi hekimlik sorunuyla ilgili olarak çalışmak istediğini meslektaşlarımızla paylaştı.
Grupların attığı mailler hepimizin belleklerinde ya da dijital ortamda.
Yazılanları hatırlayalım.
Ermeni, ya da Kürt başlıklarıyla mailler ortamda dolaştı.
Yazılmayanlardan öte söylenenler daha da çoktu.
Meslek Odası seçimlerine katıldığımızın farkında ve Tabip Odası’na ya da TTB’ne tepki duyan hekimlerin olduğunun bilincinde olarak,hekimlerin oda çatısı altında birleşmesi için çalışmalarımızı sürdürdük. Bu zeminde tartışmaya girmedik. Yaftalamadan kaçındık.
KLAVYE DİRENİŞİ ÇAĞINDA YAFTALAMALAR SÜRDÜ.
Mustafa Kemalin adını sıkça yazanların web sayfalarında Atatürk başlığı tıklandığında içeriğinin boş olması ilginç değil mi?
Hatta “intihal” olarak adlandırabilecek şekilde “söyleşi yaptık”başlığıyla başkalarının yaptığı söyleşiyi kendileri yapmış gibi gösterdiler. Seçim için kullanmayalım dedik Değerlerimiz “seçim almak pahasına” bölünme noktası yapıldı. Uyardık. Ama dinletemedik.
Dün Akdağ’ı Onur Kuruluna aday gösterenler “yandaş olanlar” bugün hekimlerin gözü önünde yaftalamalarını sürdürüyor.
Diyorlar ki İzmir’ de Cumhuriyetçiler” kazandı.
Soruyorum, bize “diğer” listeye binin üzerinde oy verenler Cumhuriyet Düşmanı mı?
2007 yıllarında “Cumhuriyete Sahip Çık. Dilekçe verme” diye mesaj attıklarınızdan 1000’in üzerinde hekim aile hekimi oldu. Bu arkadaşlarımız. Cumhuriyete sahip çıkmayanlar mı?
Zaten kutuplaştırılmış olan, değerlerimizin iktidar sahiplerince sömürüldüğü bir korku cumhuriyetine dönüştürülen bir ülkede, yanı başınızda çalışan meslektaşlarınız bu kadar mı kolay yaftalanır?
KARALAMALARA SESSİZ KALMAK ONAYLAMAKTIR
İktidar olma hırsıyla, tüm bunlar yanı başınızda olurken ister aday olun, ister üye olun… Seyretmek onaylamaktır. Aynı ya da diğer listede yer alıyorsunuz fark etmez.Biz bu ülkeyi, bağımsızlığımızı, hukuku, laikliği, demokrasiyi ve insan haklarını bu gün değil hep savunduk, bu ülkeye ait değerleri,mesleğimizi karşılıksız sevdik.
Seçim malzemesi yapmadık.
Bu ülkeyi “Klavye yada SMS mücadelesi” ile kazanmadığımızın bilincinde olarak ülkemizi sevmeye ve mücadelemize devam edeceğiz.
Dr. Mustafa Vatansever