28 Mart 2018 tarihli Hilal Gazetesinde Prof.Dr.Nursel Şahin ile bir röportaj yayınlandı.
http://www.antalyahilal.com/her-kesimi-kucaklayacak.html
Her kesimi kucaklayacak
Çağdaş Hekimler üyesi Prof. Dr. Nursel Şahin, tüm kesimleri kucaklayan bir anlayış çerçevesinde Antalya Tabipler Odası yönetimine talip olduklarını söyledi.
Bugünkü röportajımızın konuğu Çağdaş Hekimler üyesi Prof. Dr. Nursel Şahin oldu. Nisan ayının son haftasında yapılacak Antalya Tabip Odası seçimlerinde Çağdaş Hekimler’in Yönetim Kurulu aday listesinde de yer alan Prof. Dr. Nursel Şahin ile yaptığımız röportajın detayları şu şekilde:
SEÇİMLERLE İLGİLİ NELER SÖYLERSİNİZ?
Çağdaş Hekimler Antalya’da 1988 yılından bu yana yönetimlere talip oldu ve birçok kez de Tabip Odası yönetiminde oldu. Süreklilik gösteren bir grubuz ve Türkiye’de bazı yerlerde Çağdaş Hekimler bazı yerlerde Demokratik Katılım Hekimi Grubu gibi isimlerle birlikteyiz. ‘İyi Hekimlik’ denen bir anlayışı savunuyoruz ve toplum sağlığıyla hekimlerin özlük haklarını ve yaşam koşullarını bir arada gören bir anlayıştayız. Sağlık ortamına dair çok birikimimiz var ve bu sorunlara dair söyleyecek çok sözümüz ve çözüm önerileriniz var. Sağlık alanına ilişkin sorunlarda Tabip Odalarının muhatap alınmasını, paydaş olarak görülmesini isteriz. Yaşadığımız koşullarda şiddet ve nefret dilinin çok fazla arttığını görüyoruz. Kadınlar daha uzlaşmacı ve daha kucaklayıcı olacaktır. Öncelikle dilimizde ve ortamımızdaki şiddeti bir miktar kırmak istiyoruz. Yönetim anlayışımızda tüm kesimleri kapsamak istiyoruz; çünkü laikliği çok önemsiyoruz, özgürlükleri çok önemsiyoruz, yaşamdan yana olmayı çok önemsiyoruz ve bunları kadınların hekimlere ve kamuoyuna daha iyi ulaştırabileceğini düşünüyoruz. Bizi daralttıkları alanlardan değil de tüm Türkiye geneline söyleyebilecek sözlerimizin olduğu bir bakış açısıyla çalışmak istiyoruz.
‘SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI’ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİNİZ?
Sağlıkta Dönüşüm Programı aslında 1980’lerden itibaren başladı. Dünya Bankası ve ticaret anlaşmalarıyla sağlıktaki yeniden bir yapılanmaya gidildi. Sağlık alanı yatırım yapılabilecek bir alan olduğu için yeniden bir dönüşüme sokulmak istendi. Başlangıçta büyük projeler kampanyalarla sağlıkta reform adı altında gündeme getirildi ve özelleştirmelerde bunun akabinde geldi. Bazen hastaneler özelleştirildi bazen de hastane içerisindeki hizmetler özelleştirildi. Özelleştirmelerle hastanelerde bir işletme-işletilme modeline geçildi; özellikle 2002’den itibaren sağlığın finansmanını da değiştirme çalışmaları başladı.
FİNANSMAN DEĞİŞTİRME ÇALIŞMALARINI AÇARSAK?
Niteliği değil, niceliği öngören bir anlayış ortaya çıktı; çünkü SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı devletin üzerinde bir yük olarak ilan edildi. Bunları birleştirerek sağlığı tek elden yöneten bir mekanizma oluşturuldu. Dolayısıyla sağlık kamudan satın alınan, SGK tarafından yönlendirilen ve alıcısı olan bir yönetime sahip oldu. Hekimleri düşük bir temel ücretleri üzerine döner sermaye ve performans gibi ödemeler getirdiler ki bu da sağlık alanındaki örgütlenmeyi tamamen değiştirdi. Sonuç olarak nicelik, niteliğin önüne geçti ve ne kadar çok işlem yaparsanız, ne kadar çok hasta bakarsanız geliriniz o oranda artar diyen bir anlayış hâkim oldu. Bu hekimin mesleki bağımsızlığı, etik değerleri üstünde baskı oluşturdu.
FİNANSAL DEĞİŞİKLİKLERİN PERSONEL ÜZERİNE ETKİSİ?
Yapılan özelleştirmelerle hastanelerin bazı hizmetleri özelleştirildi; çünkü Sağlık Bakanlığı’na göre hastanelerdeki personellere ödenen aylık oran büyük bir külfetti. Dolayısıyla 4C gibi kadrolar ilan edildi ve hastanelerimizdeki temizlik ve bakımla ilgili bir çok hizmet taşeron usulüyle satın alınır hale geldi. Geçmişte arkadaşlarımız bu konuyu itiraz ettiler, ‘Sağlık hizmeti taşeron eliyle yürütülemez’ dediler; ama bunda başarılı olamadılar. Dolayısıyla sık sık değişen, nitelikli olmayan, sağlık alanında bilgisi bulunmayan büyük bir çalışma grubu oluştu. Bazı başhekimler kendilerini ‘Ben büyük bir holdingin CEO’su gibi hissediyorum’ diye demeçler vermeye başladı. Bu durum da sağlık hizmetlerinin ticarileşmesi anlamında verilecek en güzel örnektir.
ÜNİVERSİTE HASTANELERİNİN BORÇ BATAĞINDA OLMASIYLA İLGİLİ DÜŞÜNCELERİNİZ?
Sağlık ortamı 1, 2 ve 3’üncü basamak olmak üzere 3’e ayrılıyordu. Tüm bu basamakların finansmanında sağlık hizmetleri farklılık gösterir; ama SGK herkese aynı bakış açısıyla baktı ve tıp fakültesi gibi özellikle hizmet üreten hastanelere de yapılarına uygun sağlık hizmeti ödemeleri yapılamadı. Biz, bu durumun temel kaynağının hekim işgücünün ucuzlatılması, özelleştirilmiş hastanecilik işletmelerine piyasada yer açılması ve özel sigortalara yer açılmasının olduğunu düşünüyoruz. Rekabette, tıp fakülteleri, kamu sağlığı ve Sağlık Bakanlığı’na bağlı hizmetlerin geriletilmesi gerekiyordu ve onun için de onlar bu borç döngüsü içerisinde sıkıştırılmış oldular. Sağlık alanının yatırım yapılması gereken bir alan olduğunun ilan edilmesini ardından birçok özel sağlık işletmesi ortaya çıktı; ama sonra gördük ki bu sağlık işletmeleri büyük zincirlerle birleşti. Türkiye’nin zenginleri sıralamasında hastane sahipleri ilk sıralara yerleşti.
AİLE HEKİMLERİNİN SIKINTILARI HAKKINDA NE SÖYLERSİNİZ?
Bizim tüm sağlık ocağı hekimlerimiz aile hekimi oldu. Bazıları aynı binalarda mesleklerine devam ederken bazıları yeni binalar tuttu. Aile hekimliği bir özel hekimlik alanı olarak ilan edildi; ama bölgemizin hekimi aynı hekimdi, biz bu uygulamadan önce de yine aynı hekime muayene oluyorduk. Birçok hizmet eklenmesine rağmen yine bu performans nedeniyle aile hekimlerimiz bölge tabanlı olmaktan uzaklaştı ve koruyucu hekimlik dediğimiz hizmetler gelir getirici olmadığı için biraz daha geri plana itildiler. Bu duruma sayısal bir baskı da eklenince bölgesindeki nüfusa hizmet etme olanağını da kaybettiler. Aile hekimlerimiz kiralarını, çalışanının ücretini ve tamamlayıcı hizmetlerini kendileri ödüyor. Dolayısıyla aile hekimliği de bir özel hekimlik alanıdır. Geçmişten bugüne sağlığın bir hak olduğunu söylüyoruz, insanların sağlıklı olma hakkı anayasal birinci kuşak bir haktır. O zaman bu devletin yükümlülüğünde olan bir konudur. Halk sağlığı alanında hastalanmadan hastalarımızı korumak, yani koruyucu sağlık hekimliğini geliştirmek çok daha ekonomik ve çok daha etkili olacaktır. Devletin bunları finanse edecek gücü vardır ve toplum sağlığını öngören bir hizmet bütün bu sorunlara çözüm olacaktır.
SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK ŞİDDET OLAYLARI?
Şiddet giderek artıyor. Şimdiye kadar yaşanan olaylarda maalesef bir yaptırım olmadı. Şiddet olaylarının altında aslında çözülmüş gibi gösterilen ve topluma bu şekilde yansıtılan devasal sağlık sorunları var. ‘Böyle ilacınızı daha kolay alıyorsunuz, hekime daha kolay ulaşıyorsunuz, her hekim emrinizde, her sağlık kuruluşu emrinizde’ gibi söylemler aslında sorunlarımızı çözmedi daha da büyüttü. Biz bunu acile başvuran hekimler sayısındaki artışta gördük. Vatandaşımız gittiği her yerde sağlık için bir bedel ödemek zorunda kaldı. Dolayısıyla sağlık alanındaki sorunlar karşısında suçlu gibi gösterilen hekimlerle vatandaşlar karşı karşıya getirildi. Vatandaşın sağlık hizmetinden bir memnuniyetsizliği söz konusuysa hekim suçlu görüldü ve şiddet olayları arttı. Bu artış nedeniyle hem önlemlerini alamıyoruz hem sağlık hizmetimizin niçin aksadığını vatandaşlara anlatamıyoruz. Türk Tabipler Birliği sağlıktaki şiddetin cezalandırılmasıyla ilgili bir yasa tasarısı oluşturdu ve bu tasarının en kısa sürede mecliste görüşülüp yasalaştırılmasını talep ediyor. Eğer bu tasarı yasalaşırsa şiddet olaylarının da azalacağını düşünüyoruz. Bizler, tabip odalarının hem hekim haklarıyla hem de halkın sağlığıyla ilgilenmesini her zaman kendimize ilke olarak benimsedik; ama biliyoruz ki sağlığın sosyal belirleyicileri var. Bir bireyin insanca yaşayacak bir geliri, barınma olanakları yoksa şiddetsiz bir ortamda değilse sağlığının da iyi koşullarda olduğunu söyleyemeyiz. Onun için mutlaka sağlığın sosyal belirleyicilerin iyi olması bizim de iyi hekimlik kurallarımızın hayata geçmesi gerekiyor. Sağlığımızı, kimsenin birbirinden farkı olmadığı, eşitçi bir yaklaşımın sergilendiği, özgür bir hak olarak görmek istiyoruz.
Veli AKOĞLU’nun Röportajı