Sade vatandaş kılığındaki birtakım şehir eşkiyaları, artık geldi hastane kapılarına dayandı, hekimlere saldırıyor. Hekimliğe karşı çok ciddi bir düşmanlık tırmanıyor
Türkiye’de sabah evden işe, işten eve giderken yolunuzun üstünde herhangi bir arsıza, bir düzenbaza veya fırsatçı ahlaksızın tekine rastlama olasılığınız yüzde sıfır mıdır? Peki siz, arsızların, fırsatçı düzenbazların, herhangi bir hastalığa yakalandıklarında tüm bu kötülüklerinden, ahlaksızlıklarından arındığını mı zannediyorsunuz? Elbette siz, hiç bencil olmayan, sabırla hastanede kendi sırasını bekleyen, bilinçli Türk vatandaşı, vicdanlı bir hasta olarak, haklarınızın da, vicdani sorumluluklarınızın da farkındasınızdır! Sizi muayene eden hekimin günde 50-60 hasta gördüğünü anlamanız için illa bir hekim anacığı, hekim babacığı mı olmanız gerekir? Hekimlerin anası ağlıyor, farkında mısınız? Mecazi değil, hakikaten ağlıyorlar!
Hastaların da kötü kalplisi olur. Olmaz değil! Misal, hekiminin kalbine kurşun sıkanını gördük. 100 kişi toplanıp hastaneyi basmaya gelenini de… Eltisinin sağlık karnesine kendi ilacını yazdırmaya geleni, tatile çıkmak için naylon rapor isteyeni, randevuyla randevuevini karıştırıp hekimin randevu alıp gelmeniz gerekir lafını küfür belleyeni, gecenin bir yarısı kaç yıllık sinüzitini acil serviste çözdürmeye koşanı, sevk kağıdına uçakla seyahati uygundur kaşesi talep eden poliklinik hastalarını say say bitmez… Hastalar iyi kapli olmak durumunda mı, o da ayrı bir soru. Ama hekim, iyi kalpli olmak zorunda! Hekimlik tabii ki zordur, ama herhalde hiç bu kadar zor olmamıştı. En zoru da hâlâ kalbini temiz tutabilmek! Edilen yemin, ayrım yapmayacaksın diyor, sakın ha! Eşkiya bile olsa, tüm hünerinle hayata döndürmek, acısını dindirmek için çalışacaksın. Senin hünerin, yapacaksın! Fakat gayet normal görünümlü, bilinçli (!) sade vatandaş kılığındaki birtakım şehir eşkiyaları, artık geldi hastane kapılarına dayandı, hekimlere saldırıyor. Türkiye’de hekimler tehdit altında. Hekimliğe karşı çok ciddi bir düşmanlık tırmanıyor. Sizin kanınız donmuyor mu?
Tam da sağlık reformu ve TCK’da hekim hatalarıyla ilgili düzenlemeler sonrasında, çarpıcı biçimde tırmanan bu hekim karşıtlığı ne ola ki? Çelişki yok mu? Sağlık reformu işliyorsa, hastaların da memnun olması gerekmez mi? Her ne kadar müşteri haklarını çağrıştıran bir üslupla sunulsa da, hasta hakları geçmişle kıyaslanamayacak denli hakim kılınmışken, hemen her hastane kapısına en az bir tane şikayet kutusu dikilmişken, neden hastalarımız hâlâ umutsuz, hırçın ve kavgacı ki!
Hemşire kaçışı
Tıpta, özellikle patolojide yaygın kullanılan bir terim vardır: Palizat manzarası. Vücut yüzeylerini döşeyen hücreler kansere dönüştüğünde, tıpkı rüzgarın bir buğday tarlasında başakları bir oraya bir buraya savurup yatırması sonucu oluşan manzaraya benzer bir görüntü ortaya çıkar. Rüzgar bir o yana yatırır, bir bu yana. Hastalarımız, hekimlerimiz ve hemşirelerimiz dahil, sağlık hizmetlerinde topluca bir palizat manzarası yaşıyoruz. SSK’ların bir gecede lağvedildiği, hastaların ertesi sabah devlet hastanelerine akın ettiği günlerde, hatırlar mısınız, bazı hastaneler “burası SSK değil” pankartlarıyla hastalardan, sağlık çalışanlarına karşı daha saygılı olmaları ricasında bulunmuşlardı. Derken özel sektörle ilgili teşvik yasaları geldi, hooop bu sefer hekimler devletten özele akın etti. Bu kez frene basmak gerekti, özelden devlete hekimlerin akın etmesi bekleniyor. Ama bu sıralar bir akın da hemşirelerde yaşanıyor. Sağlık Bakanlığı’nda çalışan hemşirelere, farklı mevzuat nedeniyle yaklaşık 400 YTL fazla maaş ödendiği için, hemşireler üniversite hastanelerinden istifa edip Sağlık Bakanlığı hastanelerine geçiyor. Buna istinaden de terk ettikleri hastanelerde hemşire açığı kriz noktasına geldi. Yataklar kapatılıyor, yatış bekleyen hastalar daha fazla bekleyecek. Bunun adı palizat manzarasıdır. İstikrarsız, bütüncül olmayan bir plan, program ve reform(!) fırtınasında hastaneler-hekim-hemşire dolayısıyla da hastalar oradan oraya savruluyor.
Medya faktörü
Ardı ardına sağlıkta skandal haberleriyle sarsılıyoruz. Türkiye’de hekim hataları artıyor mu? O da bir ihtimal! Peki sizce bir hekimin uyguladığı herhangi bir tedavinin hatalı olduğuna herkes karar verebilir mi? O kadar kolay mıdır gerçekten? Mesela kaybedilmiş her hasta, hastanede eklenmiş her enfeksiyon hekim hatası mıdır? Görmeyen sağ göz yerine, sağlıklı sol gözün ameliyatla çıkartılmasının tıpta cezasız kalmayacağını, o cerrahın korunup kollanacağını mı sanıyorsunuz? Siz hekim hatalarının izlenip cezalandırılmadığını mı sanıyorsunuz hakikaten? Fakat o noktada Türk Tabipler Birliği’ne düşen bir görev var: Düzenli olarak her yıl kaç hekimin, hangi gerekçelerle, ne gibi cezalara çarptırıldığını, kaç hekimin meslekten men edildiğini kamuya açıklamalıdır. Fakat bunun, şu ana dek hiçbir basın mensubu tarafından merak edilip sorulmamış olması da garip değil mi? Çünkü sağlık muhabirleri, hastanelerde skandal aramakla meşguller, galiba ondan! Bulurlar tabii! Kritik soru, tüm Türk hekimleri mütemadiyen skandal üretmekle mi meşguldür? Kalpsiz bir kasap sürüsü mü bunlar?
9. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi’nde tebliğ ettiğimiz “Türkiye’nin medyatik hekim profili” başlıklı araştırma sonuçlarımız ibretlik: Çok satan Türkiye gazetelerinde haber konusu olan hekimlerin 2/3’ü mesleki hata ya da ihmaller nedeniyle gündeme gelmiş, TCK değişikliği sonrası aleyhte haberlerde istatistiksel olarak anlamlı bir artış olmuş. Aleyhte haberlerin yalnızca yüzde 10’unda, yargılama sürecinin nihai sonucu tekrar haber olarak verilmiş. Lehte haberlerin ise çoğunlukla, yurtdışı kökenli hekimlerin yayınlanmamış ya da patent alınmamış faaliyetlerine dair oluşu, ayrıca manidar. 2000-2007 arasında Türkiye’nin en çok satan gazetelerinde yer alan, aleyhte veya lehte hekim haberlerinin nesnel olmadığı açıkça ortaya kondu. Sizce bu halk, neden hekim düşmanı oluyor?
Hastane baskınlarında hekimleri tek ayak üstünde hizaya çeken, SSK kuyruklarının faturasını, basının önünde hekime kesen, halkı hekimlere karşı kışkırtan iktidarları da unutmadık!
Bu arada Deloitte Türkiye şubesi, “Türkiye’de ve dünyada sağlık ekonomisi” raporunu yayınladı. Sonuçlar yine ibretlik: Türkiye’de kişi başı sağlık harcaması 586 dolarla OECD içinde en düşük! Ne kadar köfte, o kadar ekmek demez hiçbir hekim. Acaba hastane enfeksiyonlarıyla, yatak başına düşen hemşire, dolayısıyla kişi başına sağlık harcaması rakamları arasında bilimsel bir ilişki var mı? Elbette var! Ama “delik büyük, yama küçük”, Süleyman Demirel’in tespitidir, GATA’da kutladığımız bir 14 Mart Tıp Bayramı’nda… Hekimleriniz, AKP’nin mecburi hizmetine tıpış tıpış koyulup hayatlarını, gelecek hayallerini ertelerken genç hekimleriniz, nasıl kırgın, nasıl karamsar, nasıl küskünler, bir bilseniz! Çünkü hak etmediler!
Basında hiç haber olmadı, mesela onlar yepyeni müfredatlarla yetiştiler. Zaten artık hiçbir hastalık için yurtdışı ihtiyacı kalmadığından bellidir bizdeki tıp eğitiminin kalitesi. Ama emin olunuz, tıp fakülteleri, o yazılıp şikayet edilen, babalık taslayıp hastalara tepeden bakan eski usul tababet (paternal tıp) meselesini altetti. Müfredatını değiştirmiş, tıpta insan bilimleri adıyla, hasta merkezcil, hastayı biricik sayan, tıbbi kararlarda hastayı aktif taraf gören yeni bir düsturla, daha hümanist, pırıl pırıl gencecik Türk hekimleri yetiştiriyor. Bilmezsiniz, hiç bilmezsiniz; artık tıp fakültelerinde hastaya kötü bir haberin nasıl verileceği bile öğretiliyor, şaşırdınız değil mi? Siz hiç kötü haber almak istemediğiniz için. Hekimler bu düşmanlığı, bu önyargılı kini hak etmiyor. Kanımca bu kin, artık en temel halk sağlığı sorunumuzdur. N’olur bir şeyler yapınız! N’olur.
31-08-2008-Radikal2
SELÇUK DAĞDELEN: Dr., Hacettepe Tıp Fakültesi