“Çünkü ölüm, onmaz;
yaşam, onarılamazdır.” O.Aruoba
Kolayca hekim olunmaz. Uzun, yorucu bir eğitim süreci sonunda başarılı olursanız hekimliği hak edebilirsiniz. Ama “iyi hekim” olmak herkesin kolayca ulaşacağı bir yer değildir. Tıbbın, insanlık tarihinin getirdiği birikiminin üstüne, hızla artan, sürekli çoğalan yoğun bilgi yükünü özümsemeniz, bilginin ötesinde pek çok beceriyi edinmeniz, o da yetmez doğru tutum almayı öğrenmeniz gereklidir. Sıralanan koşullar yerine getirildiğinde hekim olabilirsiniz, işini doğru yapan, tıbbi birikimini iyi kullanan bir hekim de olabilirsiniz. Ama “iyi hekim” olmak o kadar kolay değildir. Söylenir, “hekimlik hümanist olmayı gerektirir”. Hekimliğin zor çalışma koşullarına başka türlü zor katlanılır çünkü. Karşınızdaki “insan”dır ve onun acısını anlamazsanız, onun çektiklerini hissedemezseniz iyi bir hekim olamazsınız. Peki, hümanist olmak iyi hekimlik için yeter mi? Tabii ki hayır. İyi hekimler için tedavi ettikleri, acısını dindirdikleri, yaşama döndürdükleri hastalar da yetmez. Çünkü onlar bilirler ki sadece hastalarını tedavi etmeleri yeterli değildir. Onlar hastalarına reçete yazmaları ile “hastayla/hastalıkla” ilişkilerini bitiremeyen hekimlerdir. Hastalıkları ortaya çıkaran koşulları engellemek/önlemek, gerekir. Teke tek hastalarının acısını dindirmenin ötesine geçerler, “Hastalanmamanın koşullarını” sağlamak için, eşit- ulaşılabilir sağlık hizmeti için mücadele etmek gerekir. Onlar sağlık sistemini bütüncül olarak düşünmeleri gerektiğini fark etmişlerdir.
Kuşkusuz her bir hastaya verdikleri emek çok değerlidir, ama orada kalamazlar, ya diğer hastalar? Hekime ulaşamayanlar, hekimin yazdığı reçeteyi satın alamayanlar? Sonra başka sorular: Neden bebek ölüm hızı bu kadar yüksek, neden ortalama yaşam süresi bu kadar kısa? Neden kır ile kent, doğu ile batı arasında sağlık göstergeleri farklı, eşitsizlikler bu kadar belirgin? Sorarlar kendilerine, Neden bazıları daha fazla hastalanıyor? Neden bazıları daha çabuk ölüyor? Ya da neden yoksullar daha sık hastalanıyor, daha erken ölüyor? Hastalıkları ortaya çıkaran koşulları, sağlığın belirleyenlerini düşünmeden hekimlik yapılabilir mi? Bütün bunları görmeden iyi hekim olunabilir mi? Sağlık doğuştan kazanılmış bir hak değil midir? Neden sağlık hizmetleri herkes için eşit ve ulaşılabilir değil? Neden sağlık için yeterli kaynak ayrılmaz? Kamu sağlık hizmetlerinin geliştirilmemesi hatta çökertilmesi kimin yararınadır? Sağlık alınıp satılabilir mi? İktidarlar neden hastaları müşteri olarak görmek/göstermek isterler? Herkese eşit, ücretsiz sağlık hizmeti bir ütopya mıdır? Hastaneler neden işletmeleştirilir? Özelleştirmeden kim karlı çıkar? Küreselleşme “sağlıkta dönüşüm”ün neresindedir? Peki, çözüm nasıldır, nerededir? Antikapitalist olmadan sağlığın meta olmasına karşı çıkılabilir mi, bu mümkün müdür ya da yeter mi?….
Ülkemde bu ve benzer soruları soran, yanıtlarını arayan, çözüm üretmeye çalışan, kendini tıbbın teknik sınırlarına hapsetmemiş, sağlığı bütüncül kavramayı başararak mücadele etmeyi tercih eden hekimlerin adresi Türk Tabipleri Birliğidir. Kuruluşunun üstünden yarım yüzyıldan fazla zaman geçmiş olan Türk Tabipleri Birliği’nin ( TTB ) yukarıdaki ve benzeri soruları soran toplumcu hekimlerle, yalnızca hekim meslek örgütü olmaktan, demokratik kitle örgütü olmaya dönüştüğü yarım yüzyılı aşan bu süreç, yüzlerce hekimin karşılık beklemeyen gönüllü emeği ve özverisiyle örülmüştür.Bu hekimlerden birisini yitirdik geçtiğimiz günlerde, Dr. Füsun Sayek yok artık. Biz, arkadaşımızı, dostumuzu, ablamızı yitirdik, Türkiye’de emeği ile geçinenler, çalışanlar, yoksullar; sağlık hakkı için, onlar için mücadele eden bir yüreği yitirdiler.
TTB içinde özveriyle emek verdiği uzun çalışma süresince, hekimlere, sağlık çalışanlarına ve halka karşı pek çok olumsuz dönüşümün gerçekleştiği bir dönemde mücadele etti. Biz tanığıyız, tarih tanıktır. Bütün çabamıza karşın, hep birlikte, bu kötü gidişe bir set olmayı ( henüz ) başaramadık ama dalgakıran olmak da az şey değildir.
Geride, güler yüzünü, cesur, inatçı/mücadeleci tutumunu bize bıraktı, gitti… Hekimler ve sağlık çalışanlarının özlük hakları, daha iyi çalışma koşulları için; halkın sağlık hakkı için mücadele etmek bize mirasıdır.Uğurlarken onu hekimler vardı, sağlık çalışanları vardı Ankara’da. İzmir’den, Mersin’den, Aydın’dan, Kocaeli’nden, Trabzon’dan, İstanbul’dan, Mardin’den, Antalya’dan, Adana’dan, Antep’ den, Konya’dan, Aksaray’dan, Diyarbakır’dan, Denizli’den, Tekirdağ’dan, Ankara’dan, Hatay’dan ve başka illerden yüzlerce meslektaşı, arkadaşı, seveni vardı …O’nu çok sevdiği bir yere götürdük. Yaseminler kokuyordu Arsuz’ da. Uzaktan denizin ve evlerin göründüğü bir tepede yatacak artık.Uğurlarken onu, yöreden köylüler, balıkçılar vardı, öğretmenler vardı, Arsuz’ lular vardı, hekim arkadaşları, dostları, sevenleri vardı.
Oruç Aruoba “Uzak” ta şöyle söz ediyor ölümden:
“Her ölüm dünyada bir çatlak açar – bir boşluk bırakıp gider her kişi: öteki kişiler de, şimdi, o çatlağı kapatmakla, o boşluğu doldurmakla görevlendirilmiş
hissederler kendilerini.
Oysa, zamanla, çevre dokunun da çatlaması ve boşalmasıyla, o çatlak belirsiz- öteki çatlaklardan ayırt edilemez- hale gelecek; o boşluk da, zaten yok olacaktır. Ama kişiler bunu düşünmezler: uğraşıp dururlar o çatlakla, o boşlukla- ama faydasızdır bu çaba: çatlak kapanmaz, boşluk dolmaz; uğraşıp durur kişiler, kendileri de birer çatlak,
birer boşluk olana dek – o zaman da görevi yeni kişiler
devralmış bulacaktır kendilerini…Oysa önemli olan, çatlağı açıkça görebilmek, boşluğu olduğu gibi yüklenebilmekti.Çünkü ölüm, onmaz; yaşam, onarılamazdır.”Onu çok özleyeceğiz.
(1 Kasım 2006 tarihinde Evrensel gazetesinde yayınlanmıştır)