Kamu Hastane Birlikleri (KHB) tartışmaları sürüyor. KHB değerlendirmesi, nereden bakıldığına ya da sınıfsal bakışa göre değişiyor. Herkes bulunduğu yere göre haklı!
Toplumun ağırlıklı kesimi sistemin faturasını ödeyeceklerden oluşuyor.
Ekonomik durumlarına göre belirli bir kesim sistemden etkilenmeyecek, hatta bedelini ödediğinde rahat bile edebilecek.
Büyük sermaye sahipleri ise sistemden nemalanacaklar arasında.
Bir de sistemin yükünü omuzlayacaklar var.
KHB tartışmaları içerisinde, ağırlıklı olarak sistemin yükünü sırtlayacak ve bu işte hiçbir çıkarı olmayan sağlık emekçileriyle ve sistemin faturasını omuzlayacak olan diğer emekçilerle yapılan bilgilendirme toplantılarında bulundum.
Sağlık emekçileri süreci takip ediyorlar; geleceklerine dair belirsizlikler ve olası tehlikeler nedeniyle büyük kaygı içerisindeler ve bu yükü kabullenmek istemiyorlar. Bilgi aktarımları sonrasında emekçiler ve halkın yoksul kesimleri, yaşayacakları olası durumları çok kolay kavrıyorlar ve tartışmalarla bu sistemi sorgulamak istiyorlar. Önceleri sık duyduğumuz “bu yasa yargıdan döner” sözünün artık telaffuz edilmediğini de gözlemliyoruz.
Geçtiğimiz hafta tartıştığımız gibi, hükümetin bakışı yasa tasarısının her satırında ifadesini buluyor. Sağlık sistemindeki politikaları tüm çıplaklığıyla savunan ve artık son darbeyi vurmaya hazırlanan hükümetin, gizleyecek bir şeyi kalmadı. Bu nedenledir ki,KHB konusunu gündemden uzak tutmaya çalışıyorlar.
Diğer tarafta hükümet kanadı ve büyük sermaye grupları, yoksul ve orta gelirli gruba çıkacak faturanın farkında değillermiş gibi davranıyorlar. Bu da yetmiyormuş gibi sömürünün katmerleşmesinin yollarını tartışıyorlar.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Sağlık Kurumları Meclisi Üyesi ve Danışmanı Hüseyin Çelik, KHB ile ilgili çekincelerini ifade ediyor. Kamu ve üniversite hastanelerinde hizmet satışı ya da tedavi bedellerinin fiyatlandırılması konusunda modeli eleştiriyor. “Bir organizasyonun geliri hizmetlerden oluşur ve burada uygulanacak fiyat tarifesi, işletmenin kaderini tayin eder” derken, kârı maksimize etmenin yollarını tartıştırıyor. Fiyatların Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) yerine Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenmesi gerektiğini söylüyor.
Ona göre verimliliği sağlayacak politikalar geliştirilmeli. Örneğin, KHB “sağlık turizmi” üzerinden döner sermayeye ek gelir ve ülkemize döviz kazancı sağlamaya çalışmalı. KHB ve üniversiteler için maliyeti, kaliteyi ve ulaşılabilirliği dikkate alan bir satış fiyatı SGK’dan bağımsız olarak tanımlanmalı; ilaç uygulamasında olduğu gibi en büyük alıcı olan SGK ile bir anlaşma yaparken, bu fiyat temel alınarak bunun üzerinden indirim uygulanan yapı kurgulanmalı. Dolayısıyla SGK ucuz hizmet alırken, cepten ödemelerde ve yurtdışından gelen hastalarda farklı tarife uygulanmalı.
Hastanelerin birer “işletme” olarak kabul edilmesi gerektiğini belirten Çelik, “İşletmeyi pozitif anlamda yorumlamak daha doğru. Önemli olan, işletmenin elde ettiği artı değeri ne şekilde kullandığıdır” diyor ve ekliyor: “Elde edilen artı değer tekrar sisteme dönüyorsa buna ‘kâr amacı gütmeyen kurum’ diyoruz.” Yani artı değer elde etmeye yönelik bir çabadan bahsediyor.
Bilindiği gibi Genel Sağlık Sigortası “temel teminat paketi” çerçevesinde sigortalılara hizmet verecek. Paket dışı hizmetler ek ücret ödemeyi gerektirecek. Sağlık hizmetleri, sigortalılara ödenen prime ilaveten katılım payı ve ek ücret ödenmesi durumunda verilecek.
Muayene, ilaç, ortez-protez gibi hizmetlerde alınan katılım payına ilaveten SGK tarafından belirlenen ücretlerin yüzde 70 fazlası ek ücret olarak istenecek. Bakanlar Kurulu’nun belirlediği tavan ise yüzde 100 fazlası, yani yüzde 30 tarife farkı için uygun zaman kollanacak. Ayrıca otelcilik hizmetleri, öğretim üyeleri ve bazı alternatif tedaviler için sözleşmeli sağlık hizmet sunucuları tarafından fiyatların 3 katına kadar ek ücret istenebilecek.
İşte, Hüseyin Çelik tarafından anlatılmaya çalışılan “artı değer elde etme çabaları”!.. Ve işte, metalaşan sağlık hizmetlerine ideolojik bakış!..
Evrensel Gazetesinden alınmıştır