“Öngörülemeyen bir finansal krizle karşı karşıya olan dünyamız için durum pek iç açıcı sayılmaz. Kriz, boyutu, hızı ve şiddetiyle birlikte yol açtığı sonuçlarla, insanoğlunun hayatta kalması sorununu önümüze koyuyor, tıpkı açlıkla karşı karşıya olan 900 milyon insanın varlığı gibi.”diyordu Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy Küresel mali krizin akabinde yapılan uluslararası bir toplantıda. Sanırım neoliberal açgözlülüğün insanlığı sürüklediği felaket, bundan daha iyi ifade edilemezdi. Ama doğrusu bunları, yıllarca bu politikaları uygulayan yılmaz savunucuların ağzından dinlemek ironik bir durum olsa gerek.
Bu politikaların temel argümanı başta sağlık, eğitim olmak üzere her şeyin serbest piyasanın işleyişine sokulması ve bu yapıldığı takdirde verimliliğin ve zenginliğin artacağı, yoksulluğun ve eşitsizliğin azalacağı ve dolayısıyla insanlığın huzuru ve refahı için bundan başka bir seçeneğinin olamayacağı üzerine kuruluydu. Hatta bu nedenle Tarihin Sonunu ilan edenlerde olmuştu.
Gelinen noktada neoliberal politikaların, bir avuç insanın zenginliğini artırma pahasına, milyarlarca insanının yoksulluğunu derinleştirdiği ve bir milyara yakın insanı açlığa mahkûm ettiği, başta Irak ve Afganistan olmak üzere yol açtığı savaşlarla milyonlarca insanın ölümüne, sakatlanmasına ve yer değiştirmesine neden olduğu, bütün doğal zenginlikleri talan edilmiş koca Afrika kıtasını atlastan silercesine açlık ve kitlesel kıyımdan ibaret kaderine terk ettiği, tüm bunların yanında dünyamızı geri döndürülemeyecek ekolojik bir felakete hızla sürüklediği gerçeği bütün çıplaklığı ile artık ortadadır.
Küresel mali krizle birlikte bu politikaların arkasındaki “maksimum kar”da ifadesini bulan açgözlülük artık gizlenemez şekilde gün ışığına çıkmıştır. Bu politikaların dayandığı ahlaki temelle birlikte fikri ve iktisadi anlayışta yerle bir olmuştur. İngiliz yazar John Lanchester bu durumu şöyle özetliyor: ”Önce şirket patron ve yöneticilerinin kazançların tümüne el koyduğu bir coşku dönemi; sonra zararların toplumsallaştırıldığı devâsâ bir çöküş..”
Yaklaşık 20-25 yıldır uygulanan yarattığı yakıcı ve kabul edilemez sonuçları nedeniyle Latin Amerika’da ciddi toplumsal ve siyasal dönüşümlere neden olan neoliberal politikalar, gerek toplumsal muhalefetin direnişi gerekse ülkemize özgül nedenlerle ancak son yıllarda başta sağlık olmak üzere birçok alanda uygulama olanağı bulmuştur. Ülkemizde “Sağlıkta Dönüşüm” adı altında uygulanan bu politikaların başta sağlık ve hekimlik ortamı olmak üzere tüm toplum üzerinde yakıcı sonuçlarının hissedileceği bir döneme girmiş bulunuyoruz. Anlaşılan o ki tüm toplumla birlikte yıllardır bu politikaları uygulayanları da altında bırakacak bir çöküşe hızla sürüklenmekteyiz. Artık görülmelidir ki sağlık alanını piyasalaştırmanın fikri ve ahlaki bir zemini kalmamıştır ve doğaldır ki bunu amaçlayan böyle bir programın geleceğinden de bahsetmenin olanağı kalmamıştır. Şimdi herkese eşit, ulaşılabilir nitelikli kamusal bir sağlık sistemini talep ve tesis etmenin zamanıdır. Biliyoruz ki biz hekimler, ancak böyle bir sistemde emeğimizin karşılığını alabilir ve başta saygınlığımız olmak üzere kaybettiklerimizi yeniden kazanma olanağına kavuşabiliriz.
Zenginliğin özelleştirildiği, yoksulluğun toplumsallaştırıldığı bir ahlaka dayalı bir sistemin sürdürülebilirliği mümkünmüdür. İnsanlık tarihi bunun mümkün olamayacağını gösteriyor bize. Hızla yaklaşan insani ve ekolojik felaketi durdurmanın tek yolu, insanı ve içinde yaşadığımız doğayı korumayı ve geliştirmeyi esas alan iktisadi, siyasi ve toplumsal bir yaşamı talep etmek ve birlikte tesis etmekten geçmektedir. Aksi takdirde yaşayabilecekleri bir dünya kalırsa eğer, gelecek kuşaklar bizi lanetlemekte en ufak bir tereddüt taşımayacaklardır.
Dr.Yaşar ÇELİK
Merkez Konsey Delegesi