Geçen hafta, Birgün Kitap’taki “Akademi ve İntihâl” dosyasının fizik ve matematik gibi disiplinlere odaklanarak açtığı tartışmayı genişletmeye çalışmıştım. Bu hafta, tıp fakültelerindeki durumu mercek altına alarak devam ettirmek istiyorum. Sosyal bilimler içinde eğitilmiş biri olarak, akademi alanının bu iyi tanımadığım bölgesinin uzmanıymış gibi ahkâm kesmeyeceğim. Kendimce amatör bir soruşturmacılık yaptım, tıp fakültelerimizde paryalık eden dostlarımdan sorunları dinledim, tıp yayıncılığındaki düzenbâzlıklar hakkında yazılmış şeylere baktım.
Tıp eğitimindeki durumla ilgili ifade etmeye çalışacağım konulara eklemek istedikleriniz olabilir, yanlışlarımı düzeltmek isteyebilirsiniz – söylediklerim zülfiyâre dokunuyorsa, bana e-posta gönderin. Başka yazılarda konuyu işlemeye devam etmek isterim.
Üniversitenin hizmet üretim sektörünün dinamik bir parçası olduğunu söyledik. Sektör dönüşüm geçirdikçe, özellikle “esnekleşme”, “ürün çeşitliliği”, “hızlı üretim”, “sendikasız / güvencesiz istihdam” gibi yaklaşımlar da üniversitenin işletilme ve yeniden örgütlenme tarzını biçimlendiriyor. Richard Sennett’ın önerdiği “karakter çürümesi” kavramını, akademik kişiliğin bu değişen çalışma koşullarında maruz kaldığı aşınma / yozlaşma biçimlerini tahayyül etmeye yardımcı olması için kullandığımı son yazımda açıklamaya çalışmıştım. Bu hafta Türkiye’de tıp fakülteleri örneği üzerinden, nasıl bir çürümeden bahsettiğimi, neyin çürüdüğünü düşündüğümü biraz daha somutlaştırıyorum.
Karakter çürümesini tıp alanında içiçe geçmiş 3 düzlemde soruşturabiliriz: (1) Bilimsel yayıncılıkta intihâl ve diğer etik-dışı pratikler; (2) Genel Cerrahi’den KBB’ye alt disiplinler arası hiyerarşiyi ve bir uzmanlık alanı içinde akademik rütbeler ve işbölümü üzerinden kurulan hiyerarşiyi kapsayan; hem öğretim işlevi, hem hasta bakım işlevi açısından “işin örgütlenmesi”; (3) üniversite sistemi içinde parasal hacmi çok yüksek olan bu alanın iktisâdi ilişkileri.
Türkiye’de üretilen yayınlar üzerinden tıpta intihâlin ve diğer üçkâğıtların niceliksel boyutunu bilmiyoruz. Uluslararası planda, biyomedikal yayınlarda aşırmanın azımsanmayacak kadar yaygın olduğunu söyleyebiliyoruz. Scientific American dergisinde 30 Ocak 2008’de yayımlanan bir inceleme, durum hakkında genel bir fikir verebilir: Medline veritabanındaki 17 milyon makale üzerinde yapılan bir dijital tarama çalışmasında 200.000’e yakın (% 1) makalenin önceki başka makalelerden bir biçimde aşırılmış olduğu ortaya çıkarılmıştı.
ANKEM Dergisi editörü, İstanbul Üniversitesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi Kurtuluş Töreci, “Tıpta Yayın Etiği” (2010) başlıklı titiz bir incelemesinde, intihâl istatistikleri veremese de, çeşitli biçimleriyle düzenbâzlığın Türkiye tıp yayıncılığında yaygın olduğuna işaret ediyor. Töreci’nin sadece kendi ANKEM editörlüğü boyunca karşılaştığı olaylar bile, çürümenin boyutu hakkında bir fikir veriyor. Yeni Ekonomi’nin tıp fakültelerine dayattığı “hızlı ve çok yayın üretimi”, akademisyenlerin çeşitli etik-dışı stratejiler geliştirmelerini sağlamış. Töreci bunları madde madde incelemiş, bazılarını aktaralım.
Tekrarlama: Bir yayını, aynı veya sayısı değişen yazarlarla, biraz değiştirip birden fazla dergide yayımlamak.
Salamlama: Bir araştırmadan, olağan durum olan tek bir yayın çıkarmak yerine, bulguları yayın sayısını artırmak için ayrı ayrı yayımlamak. Bizde tıp kongrelerinde de sık görülen bir davranış: Tek bir posterde sunulabilecek bulguları ayrı işlermiş gibi bölüp, lafızları üzerinde çok az oynayarak dilimlemek.
Uydurma yayın ve verilerle oynama: Görüştüğüm tıp mezunu arkadaşlarımın da çok sık yapıldığını belirttikleri bir üçkâğıt. Verilere “masaj” yaparak veya deney sonuçlarını tamamen uydurarak, konu hakkında yapılmış önceki yayınlardan söylem kalıpları ödünç alıp üretilen dizi dizi yayınlarla doçentlik, profesörlük almanın yaygın bir uygulama olduğunu anlatıyorlar. Kibarca “masabaşı çalışmayla yayın” deniyor bunlara.
İntihâl / Hırsızlık: Bizde doğrudan yağmalayarak veya daha “ince” aşırmalarla yayın artırmanın özellikle Cerrahi kliniklerinde kurumsallaştığı anlatılıyor. Cerrahi, içinde neredeyse askeri bir hiyerarşinin geçerli olduğu, yayınların bu hiyerarşi içinde “sen beni gör, ben seni” ilişkileriyle çalmaya göz yumularak artırıldığı bir disiplin. Bu bölümlerin hem fakülte, hem de üniversite içinde nüfuz fazlalıkları nedeniyle Etik Kurul soruşturmalarına da bağışıklı olduğu söyleniyor. Töreci’nin işâret ettiği bir başka uygulama, bir dildeki makaleyi bir başka dile çevirip, yağmalayıp, birinciden haliyle habersiz, kopuk olan ikinci dilin yayın çevrelerinde yayımlamak. Türkiye’deki tıp bilimcilerinin İngilizce yayın yaparken sık kullandıkları bir başka taktik de, kibarca “iyi İngilizce ödünç almak” denilen, başka makalelerden söylem ve argümantasyon kalıplarını aşırmak.
Çok yazarlı yayınlar: Kolektif bir araştırmanın ürünü olan yayınlara çok sayıda araştırmacının imza atma gerekliliği de, çeşitli üçkâğıtlarla kötüye kullanılıyor. Kliniğin bir tür ağababası olan profesörün, toprak vergisi toplayan lord misâli, hiçbir iş yapmamış da olsa, yayına isminin konularak “şereflendirilmesi” de yayın artırıcı bir başka araç haline gelmiş. Kimlerin imzacı olmayı hakettiğine dair uluslararası yayın protokolleri bulunsa da, Türkiye’de daha ziyâde feodalizmin geçerli olduğu anlatılıyor
Tıpta dolandırıcılığın boyutlarını izleyebilmenin araçlarından bir tanesi, dergi editörleri tarafından etik-dışılık gerekçeleriyle geri çekilmeye zorlanan yayınların takibi olabilir. Bugün bunu yapan retractionwatch.wordpress.com, vedigerleri.blogspot.com gibi geri çekme takibi yapan bloglar var. Özellikle ikincisi, İngilizce dergilere gönderilip intihâl tespitiyle geri çektirilen Türkiyeli tıp akademisyenleri örnekleriyle dolu. Asistan ve uzman arkadaşlarım, ardarda intihâl olaylarının ortaya çıkmasından sonra bazı prestijli İngilizce tıp dergilerinin kategorik olarak Türkiye’den gelen makalelere ambargo koyduğunu söylüyorlar.
İkinci düzlem, yani uzmanlık alanları içindeki hiyerarşiler, tıp fakültelerinde alanlar arası ilişkiler ve tıp fakültelerinin üniversite yönetimi ile ilişkileri üzerinden işin, çalışma yaşamanının “esnek” ve özellikle asistanlar için “güvencesiz” örgütlenmesi ile ilgili. Hızlı bir çalışmayla, bugün faaliyette olan 154 üniversitenin rektörlerinin hangi disiplinlerden geldiğine baktım. Tıp fakülteleri olan üniversitelerin çoğunda (en azından, en köklülerinde diyebiliriz) rektörler de tıp kökenli. Bugün, doğru saydıysam, 31 üniversitenin (% 20) rektörü tıp doktoru. Bunların 11 tanesinin uzmanlık alanı Cerrahi. Tıp fakültelerinin, özellikle Cerrahi kliniklerinin, bulundukları üniversite içinde döner sermaye yönetiminden idari kararlara dek, baskın olduklarını düşünebiliriz. Çürümenin önemli bir kısmı, üstlenilen idari görevlerden edinilen (her zaman ekonomik olmayan, Mehmet Haberal örneğini düşünün) kârlarda yatıyor olsa gerek.
Tıp fakülteleri içinde de, “ucuz emek” olarak görülen ve aslında öğrenci olmalarına rağmen, iş deneyimlerinin ihtisas kısmı pek önemsenmeyen asistanların maruz kaldıkları sömürünün altını çizmek gerekiyor. “Etinden sütünden” mümkün mertebe faydalanılan asistanların çalışma koşullarının, hem onları kullanan hocalarında, hem de onlarda yarattığı karakter aşınmasını burada ayrıntılandıracak kadar yerim yok. Örneğin, yukarıda bahsettiğim çok yazarlı makalelerin kaleme alınması, deneyinin yapılması, verilerinin derlenmesi gibi her türlü “angarya” işin çoğunlukla asistanlara yaptırıldığı; bir şeyin ucundan tutmayan doçentlerin oturdukları yerden böyle yayın sahibi oldukları sık duyduğum bir şeydi.
Departmanlardaki hiyerarşik iş örgütlenmesi içinde, astların üstleriyle iyi geçinmek zorunda olması, “uyumlu” oldukları sürece intihâl de dahil belirli etik-dışı uygulamalara göz yumulması da (uzmanlık bitirme tezlerinin masabaşı imâlatıyla hazırlanıp geçmesi, doçentlik yayın dosyalarının incelenmeden kabul edilmesi gibi) çürümenin hâlleri olarak kayda geçirilebilir.
Eski bir dostumun eklediği bir nokta ile bitireyim: Asistanlıktan itibaren, diyordu, tıpta bilim insanları neyin gerçekten intihâl, neyin meşru yayın olduğunu ayırt etme lüksüne sahip değildirler. Karakter çürümesi, rızk kapısında bilim üretmenin olağan işleyiş biçimi haline gelmiş, doğallaşmış görünüyor.
www.birgun.net ten alınmıştır