H1N1 pandemisi hepimize bir gerçeği tekrar kanıtladı: Sağlık alanına ticaret ilişkisi girdiği zaman toplumlar bir güven krizi yaşıyor
H1N1 pandemisi Türkiye toplumunun temel özelliğinin, yaşanan hiçbir gelişmenin skandal olarak tanımlanamaması olduğunu kanıtladı. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti her ne kadar dış politikada neo-Osmanlıcılık hayallerine kapılsa da ya da Birleşmiş Milletler’de etkili konuma yükselse de eninde sonunda feodal yapıyla hesaplaşamamış, Doğu ile Batı arasında kalmış perifer kapitalist bir ülkedir. H1N1 pandemisi ise bu yönlerimizi bir kez daha afişe etti.
Bu ülkenin toplumsal hallerinin temel dinamiğini yer yer ırkçılığa varan milliyetçiliğin oluşturduğu hepimizin bildiği bir gerçek. Bu zihniyetin temel kalıbı ise yine hepimizin pek çok kez şahit olduğu gibi “Biz Türkleri denek olarak kullanacaklar” söylemi. Konular değişse de, iktidar partileri farklılaşsa da bu söylem hiç değişmez. Ne üzücü ki bu zihniyetin sağda da “sol”da da oldukça geniş bir toplumsal karşılığı var. H1N1 pandemisinde de benzer bir durumu, bu ülkenin Sağlık Bakanlığı koltuğunda oturmuş Dr. Osman Durmuş’un sözcülüğünde yaşadık/yaşıyoruz. Cumhuriyet gazetesinin haberine göre H1N1 aşısının Faz-1 ve Faz-2 sonuçları bulunmadığını belirten Durmuş, yapılacak aşı kampanyasında “insanımız denek olarak kullanılacaktır” buyurdu. Ancak Durmuş yaptığı açıklamada, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık gibi dünyada emperyal gücü temsil eden ülkeler başta olmak üzere kıta Avrupa’sındaki pek çok ülkenin tıpkı Türkiye gibi H1N1 pandemisi için aşı kampanyası yaptığı gerçeğini kamuoyundan gizledi. Çünkü milliyetçiliğin tek bir amacı vardır: “Öteki”ler yaratarak toplumsal paranoyanın devamını sağlamak. Ne üzücüdür ki Durmuş’un göle çaldığı bu zehirli maya, dün olduğu gibi bugün de Türkiye toplumunda tuttu.
H1N1, bu toprakların bir başka temel özelliğinin dezenformasyon olduğunu da gösterdi. Aynı örnekten devam edelim: Durmuş, aynı açıklamada Körfez Savaşı sırasında Amerikalı askerlere yapılan bir aşının içinde bulunan katkı maddesinden dolayı askerlerin vücudunun yüzde 95’ini tahrip eden bir hastalığın oluştuğunu ve bu katkı maddesinin H1N1 aşısında da bulunduğunu ifade etti. Oysa H1N1 aşısına hem etkinliğini yükseltmek hem de aşının virüsün minör antijenik değişimlerine karşı koruyucu olmasını sağlamak amacıyla konulan skualen maddesinin Körfez Savaşı sırasında yapılan aşılarda olmadığı herkesin isterse ulaşabileceği bir bilgi. Öte yandan benzer bir durum H1N1 aşısında bulunan civa konusunda da yaşanıyor. Ancak iddia sahiplerinin civa (Thiomersal) konusunda söylemediği bir gerçek var: Halk arasında civa olarak adlandırılan Thiomersal, iddia edildiği gibi sadece H1N1 aşısında değil, aksine çocuklarımıza güvenle yaptırdığımız aşıların içerisinde de bulunuyor. Yine iddiaların aksine bugüne kadarki bilgilerimiz -ki yaklaşık 60 yıllık deneyimlere dayanıyor- Thiomersal’in otizm ile ilişkisi olmadığı yönünde. Ve yine iddiaların aksine H1N1 aşısında bulunan civa miktarı insanda izin verilen civa limitlerinin üzerinde değil.
Toplumsal hezeyan
H1N1 vesilesiyle şahit olduğumuz başka bir toplumsal patolojik halimiz ise bilim insanlarının ya da konu hakkındaki uzmanların medyaya çıkma ve televizyon ekranlarında polemik yaratma hevesi. Bu heves kimi zaman domuz gribi aşısının dinen caiz olup olmaması üzerinden, kimi zaman da H1N1 aşısının iktidarsızlığa yol açıp açmadığı üzerinden kendisini afişe ediyor. Ancak bu toplumsal hezeyan halimiz de tarafımızca anlaşılabilir. Ne de olsa Baudrillard’ın ifadesiyle medya kültürünün ve reklamın hayatımızda yer alan her kodu kendi istediği biçimde yeniden belirlediği bir çağın çocuklarıyız. Ve her birimiz her konuda hakikate değil, medyanın bize sunduğu imgeye, fanteziye ya da ideale ulaşmaya çalışıyoruz.
Gelelim hırsızın hiç mi suçu yok konusuna. Var, hem de çok var. H1N1 pandemisi hepimize bir gerçeği tekrar kanıtladı. Sağlık alanına ticaret ilişkisi girdiği zaman toplumlar bir güven krizi yaşıyor. Sağlıkta piyasa ilişkilerinin var olduğu bir ortamda herkes çok uluslu medikal şirketlerin ister aşı, ister ilaç olsun salgını kendi çıkarı için yaratabileceğini ya da aşının veya ilacın gereksiz yere tüketilmesi için salgının sermaye tarafından kullanılacağından korkuyor. Hiç çekinmeden ifade edelim ki, medikal endüstri para kazanmak uğruna böylesi bir insanlık dışı yola savrulabileceğini bizzat kendi icraatlarıyla pek çok kez kanıtladı. O nedenle bu tür pandemileri “öteki”ler yaratarak, toplumdaki düşmanlığı çoğaltarak, varolan bilgileri dezenforme ederek ya da sorunu magazinleştirerek çözmemiz olanaklı değil. Aksine çözüm, tüm dünya halklarının yaşama hakkını küresel düzeyde kamunun güvencesine almaktan geçiyor. H1N1 sorununda yaşadığımız gibi sağlık alanındaki ticari şirketler sağlıkta olması gereken güveni yok ediyor. Dahası sermaye, pandemiye neden olan sağlık olaylarında dahi, H1N1 aşısını ilk üreten şirketin bir yetkilisinin de açıkladığı gibi “yoksul ülkelere parasız verecek tek bir doz aşımız yoktur”diyebilecek bir noktada. Son olarak H1N1 pandemisinde özel sigorta şirketleri sorunu “katastrofik risk” olarak adlandırarak sigortalılarının H1N1 ile ilgili sağlık masraflarını karşılamayacaklarını beyan etti. Çünkü sigorta şirketlerine göre herhangi bir salgın hastalık veya afet durumunda çok sayıda sigortalının tazminat istemesi halinde şirket mali açıdan zor durumda kalabilecektir. Öte yandan neoliberal ideoloji, üçüncü bin yılda sosyal devlet denilen yapıyı da benzer bir zihniyet dönüşümüne uğratabilmeyi başardı. H1N1 nedeniyle sağlık kurumlarına başvuran insanların ceplerinden çıkan 3-15 liralık ek “katkı parası” bu zihniyet dönüşümünün hayatımızdaki en somut karşılığı.
Yazımızın girişinde Türkiye toplumunun temel özelliğinin skandal yaşanamaması olduğunu belirtmiştik. Haksızlık etmeyelim, H1N1 konusunda yukarıda saydıklarımızın hiçbirisini bu topraklar için skandal olarak addedemeyiz. Gerçekten de bir ülkenin siyasetini belirleyen temel aktör olan hükümetin H1N1’de düştüğü halin bile skandal olarak tanımlanmadığı bir ülkede yukarıdakilerden hiç söz açılabilir mi? Lütfen söyler misiniz, dünyanın hangi ülkesinde bir küresel pandemi için ulusal politika saptayan bir hükümetin başbakanı ile sağlık bakanı bu düzeyde çelişebilir ve toplumun gözleri önünde yaşanan bu skandal sonrasında her ikisi de koltuklarına sıkıca oturmaya devam edebilir?
Dr.Osman Elbek