Kimlik; psikanalist E.Jacopson’a göre değişim içinde aynı kalmaktır. Ruhsal organizasyonun ayrışması ve karmaşıklığına rağmen bütünlük içinde tutulması ve yetisinin inşası olarak tanımlıyor. Kimlik doğumdan erişkinliğe kadar kendimizle ilgili edindiğimiz belli bir aynılık ( özdeşlik-identify) hissi veren tanımlamadır. Türküm, Kürdüm, Aleviyim, GS’lıyım, doktorum, kadınım gibi. Kimlik daima bir nesne ve öteki üstünden kurulur. Burada tabiki biyolojik kimlik kastedilmiyor.(1) Kimlik oluşumunda biz ve öteki ayrımında yaşanılan macera kimliğin saplantılı oluşumu veya uyum içinde gelişimini sağlar. Kimliği diğer kimlik üzerinde yüceleştirmenin ya da öteki kimlikleri yok sayarak kurmanın politik yanı elbette vardır. Diğer yandan bireyin daha temelde kurması gereken sağlıklı özdeşimleri kuramadığı, bunun yerine daha yıkıcı özdeşimler kurduğunu gösterir. Bireyin özne olma süreci macerası psikiyatrist/psikanalist Fransız J.Lacan’ın deyimiyle Gerçek/imgeleme/ sembolik dönemlere geçişte ötekinin arzusu ilerlemeyi sağlarken, düşmanca tutumların varlığı bilinçdışında yapılması gereken bastırmayı sağlayamadığını gösterir (bastırma anksiyetenin giderilmesi için gerekli bir süreç). Bu primitif eksikliğin yarattığı yıkıcı öfkenin devam etiğini ve ötekini yok saydığı anlamlarını taşır. Birey düzeyinde anne/baba, toplumsal düzeyde kendi dışında farklılık taşıyan ötekiler ile kurulan ilişkiler düşmancadır.
Buradan biraz süper-egosal baba/devlet/lider katılığı üstünden psikanalize, bilinçdışı yıkıcılığa başvurmak anlaşılır olmak için gerekli gibi duruyor. Metafor/yoğunlaştırma ve metonomi/yerdeğiştirme bilinçdışının güncele kurulan bağıdır ve ifadesidir. Gösterilen yani daha bilinçdışı olan ve Adorno’nun daha bilinçdışı alandaki şiddet ve kaotik yıkıcılık olarak tariflediği otoriteryen kişiliğin semboller dünyasında yüceleştirdiği metaforlar (bayrak, imgeler, Türklük, ulu önder) bilinçdışı yıkıcılığın sözde yer değiştirmesi (Ermenileri ve Kürtleri seviyoruz, Aleviler kardeşimiz, aslında biz hümanistiz, ama onlarda çok şey… vs) önermelerini sık duyarız. Sembolik olan aslında psişiktir önermesinin güncele bağını kurduğumuzda yansıtma dediğimiz mekanizmayla; biz değil onlar kötü, en vatanperver biziz politik söylemlerinin aslında kişide tersinden bir zihinsel arzuya sahip olduğunu gösterir. Reaksiyon formasyon (çok saygılının katil olma arzusunu bastırması gibi) mekanizmasında bir noktada en çok savunulan ve dile getirilen şeyle ilgili içsel bir öfkenin ve tezatın olduğunu biliyoruz. Biz değil onlar vatan haini önermesine inanılmadığı gibi, bu savın getireceği kazançla ilgili bir hesap olduğunu gösterir.
Kibarlaştırılmış öfke olarak basitleştireceğimiz Reaksiyon formasyon ile hem günlük yaşamda hem de politik dilde çokça karşı karşıya geliriz, En Türk biziz diyenin asimile etnisiteden olması, LGBTİ+ karşıtlığı yapanın bastırmış homofobik korkuları, en Atatürkçü biziz diyenin mevcut dinci iktidarın politikasına enerji taşıması gibi. Burada şüphesiz yoğun inkâr mekanizması da devredir Bilinçdışı aslında bir bellektir. Bunun kolektif toplumsal hafıza düzeyinde arkaik belek diyeceğimiz kümülatif yapısının yarattığı tarih okumaları ise toplumların ve ulusların günahını inkar ederek yeni bir tarih yazımı yapar. Tüm uluslar günahları ile varolurken biz en temiziz ve geçmişimizde hiç bir hata yoktur savı ile geçmişin bilinçdışı yıkıcılığı ve günahları doğrultusunda bastırılan şey gerçek yaşamda diğer tüm kimlikleri ortadan kaldırmaya, reddetmeye olmazsa asimile ederek ‘biz hepimiz kardeşiz’ metaforu ile görünmez kılmaya çalışır.
Süper-ego/ego ideali tanrı, devlet, yüce liderin simgeleştiği alanda faşizme kayma ihtimali otoriteryen kişilikler düşüldüğünde daha katı olabiliyor. Lacan’ın yaşam eksikliktir dediği, üçüncüyü arayan insanın yaşamda arzunun nesnesini yansıtma ile arayış çabasıdır. Şunu da biliyoruz özelikle baba/lider ile özdeşleşen, onun yerinde gözü olan yani en harbi Atatürkçü biziz diyen kişinin evrensel Oidipus kompleks bağlamında düşündüğümüzde o gücü yarattığı semboller dünyasında sağladığı kudreti ortadan kaldırmak arzusu taşıdığını, bunun yarattığı kaygıyı ise inkar ve yansıtma ile yüceleştirme savunmasıyla yer değiştirdiğini çözümleyebiliriz. O babanın yerinde olma arzusunun çatışmasını ise esas ortadan kaldırmak istediği şey yerine ötekine saldırarak (çünkü öteki burada sembolik babanın gücünün örselenmesini hatırlatıyor) cezalandırılma korkusunu ortadan kaldırmak istediği şeklinde yorumlamak yanlış olmayacak. Sembolik baba yani kurucu lider ile kurulan ilişki kişinin bilinçdışının konuşan parçası olan ego bütünlüğünü tehdit eden her şeye öfke ve saldırganlıkla cevap verir. Çünkü baba kişinin zihinsel tasarımında elde edilmesi gereken gücü temsil ettiği gibi arzusunun nesnesi önünde engeldir. Bu tür kişilerin katı ahlakçılığı, esnemeyen kuraları, empati yoksunlukları, tüm kimliklere yönelik olan açık yada gizli öfkeleri bu çözülmemiş oidipal karmaşa ile ilgilidir. Gene Freud ve Lacan üzerinden söylersek ‘eksiklik ‘ hiçbir zaman tamamlanmayacaktır ve bunu öğrenen birey bu kurucu mitler üzerinden sürekli kendi süper-ego idealini hatırlamaya çalışacaktır. İnkâr ve yansıtma ile çatışmanın yarattığı kaygıyı azaltmaya çalışır. Fakat bu toplumsal ve politik düzlemde çoğu zaman başka kimliklere yıkıcı ve parçalayıcı bir öfke olarak döner. Örnek Hitlerin yaşam serüvenindeki sevilmeyen ve örselenmiş bireyin, süper-ego ideali olarak yüce Tanrı’nın en mükemmel ırkı olan saf Alman ırkını diğer kimliklerin üstünden inşa etmesi çabasının yarattığı yıkıcılık.
Peki, bu kimlik tanımlamasında bazı bireylerde artık hezeyan düzeyinde var olan süper-egosal baba/lider/devlet fetişizminin imge/hakikat dünyasında karşılığı nedir? Neden sürekli fotoğraf, bayrak, lider, etnik üstünlük ya da bizim dışımızdakilere düşmanca bir saldırganlık ile düşünce dünyamızı sunarız? Bazen bu artık kişilere ne düşünüp ne düşünemeyeceklerine, sınırları kendi öznelimize göre çizme şeklinde otoriter/faşizan bir dayatmaya döner. Buna yönelik en ufak itiraz aynen Ortaçağ karanlığında kilise ve papaya yönelik eleştirinin cadı avına dönüşmesi gibi (burada devlet denilen gücü de arkasına alarak) linç dünyasının kapılarının açılmasına yol açar.