Gerçek ve hakikat aynı şeyler değildir. Gerçek insan zihninden bağımsız olarak var olurken, gerçeğin insan zihnine yansıması hakikat olarak tanımlanabilir. (Felsefe Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu). Yani gerçeğin insan zihindeki dışılığı ile hakikatin insan zihnindeki içerikliği nesne ile kurulan ilişki yönünde beli bir bağımsızlık taşısa da yanlılık içermektedir (propaganda imgeleri). Bu noktada nesneyle kurulan ilişki, onun ters yüz edilmesi, anlamlandırmadaki içkinlikle gerçeğe ne kadar yaklaşılacağını veya böyle bir kaygı olup olmayacağını belirler. Yaşadığımız bu süreçlere bakıldığında nesneleri ısrarla gerçekliğinden kopararak yüklenen eleştirilemez ve bazen de ters yüz edilen anlamlandırmalar bireylerin, hakikat arzusu yerine gerçekliği kendi durdukları yerden kurdukları anlamı ortaya çıkar. O yüzden her farklı düşünce hakikatlerinin sorgulanmasına yol açtığı için saldırgan bir tutum almalarına yol açıyor.
Fransız düşünür, sosyolog Jean Baudrillard günümüzde nesnelerin sadece görüntüde var olan ve varlıkları hissedilmeyen bir hale getirildiğini söylerken, Jameson daha ileri giderek görselliğin arkasındaki fikri düşünmemizi engelleyerek görsel olanı pornografik olarak değerlendiriyor. Algıda gerçekliğin bozulması meselesinde Jean Baudrillard kavramları ile söylersek gerçeklikten kopuk gerçeğin modeller aracılığıyla türetilmesi yani Hipergerçeklik-Similasyon, bir gerçeklik olarak algılanmak istenen görünüm ise Simülakrdır. Bizim liderimiz hatasızdır ve en mükemmel şekilde portresi/heykelini çizmek, her yere büstünü koymak, tarihi süreci o noktada eleştirilmez şekilde dayatmak görselin üzerinden gerçekliğin algılanmasına yol açar. Din konusunda tanrısal güç simülakrı ikonlar aracılığıyla yapılırken, ulusların kurucu unsurlarının her yerde yer alan yeniden üretimleri post modern dönemin gerçeklik algısını oluşturmaktadır. Ve ne kadar slogan, fotoğraf, rozet ve pankart bu nesneler ile doldurulursa görselin gücü, içermesi gereken fikri düşünceden bağı zayıflatılarak kolayca ucuz propaganda malzemesi olarak kullanılır.
Propaganda fotoğrafının en önemli özelliği verilmek istenen mesaj doğrultunda konuyu idealize etmektir (2). Bu ise gerçeği yeniden kurmaktır. Sürekli bayrak, din ya da kurucu liderler üzerinde yapılan propagandada kurulan yeni gerçeklik biz-öteki ayrımında ‘biz’i en vatansever, dindar ya da kutsallara saygılı konumuna sokar. Böyle düşünmeyen öteki artık yoldan çıkmış, isyan eden ve ateşi tanrılardan çalan Prometus gibi tanrıların ayrıcalığını insana verdiği için sürekli cezalandırılması gereken ve yanına yaklaşılmaması gereken tehlikeli başka bir gerçeklik durumuna sokulmuş olur. Bu ise genelde dışlanmak/cezalandırılmak istemiyorsam sınırların dışına çıkmamalıyım öz kontrolü yaratır.
Yeniden yaratılmış, yeniden üretilmiş zihinsel görünüm olan İmge; gerçekliğin bir yansıması olarak onla olan bağı bazen ters yüz edilerek gerçekliğin kurgulanması nasıl isteniyorsa ona göre anlam yüklenebilir. Örneğin ‘Hekimlik Kimlik Krizi’ denildiğinde zihinde oluşması gereken bir mesleğin izdüşümü kolayca ‘kimlik’ şeyi üzerinde, gerçeklikten koparılarak zihinsel bir yeniden imgelemeyle parçalanan vatan, yok edilmek istenen Türklük, ülkeyi bölmeye çalışan Kürtler, Aleviler ya da diğer etnik azınlıklar görselleri ile üst üste bindirilerek kurulan sahte gerçeklik ile propaganda malzemesine dönüşebilir. Bireysel kimliğin kurulmasını sağlayan unsurlar (ulus, milliyetçilik, vatanperverlik) birebir özdeş/sahip görme durumlarında aksi iddialar karşısında yoğun bir katarsis ile boşalarak saldırgan bir propagandaya dönüşebilir. Burada gerçeğin/hakikat arayışı yerine özdeşliğin sağladığı biricikliğin sağladığı sahada; ayar verme, sürekli günah çıkarmaya davet etme, yok sayma-yok etme eylemine bile dönüşebilir.
Neden erişkin ruhsallığı taşıması gereken bireyler, saplantı düzeyinde fikirleri tek doğruymuş gibi topluma ve kitlelere dayatmak ister. Burada yukardan politik psikanalizde biraz açıklamaya çalıştık ama tam anlaşılması için bu tür tek yanlı fikirlerin politika felsefesiyle ilişkisini kurup anlatmak lazım. Kısaca faşizm dediğimiz yani kişilerin söz söyleme ve fikir ifade etme özgürlüklerini zor aygıtlarının (devlet, yargı, hâkim düşünce vs.) onlara sağladığı konforlu alanlar üzerinde ötekilere dayatmasını sorgulamak lazım. Faşizan düşünceler daha otoriter ve baskıcı tiplerde kolayca yeşerir ve en ufak kutsallara yönelik soru işareti uyandıracak itirazlar karşısında hemen sınırları hatırlatarak baskıcı iktidar/devletin doğal ittifakı olurlar. Bu otoriter kişilikler dönem dönem devlet bekası diyerek en olmaz iktidar yapıları ile kolayca koalisyon kurarlar. Bu konuda belki Frankfurt Okulunun önemli ideoloğu olan Adorno’nun otoriter kişilik saptamasını hatırlamak lazım. Adorno’nun “otoriteyi sevme özgürlüğü” için şunu der;
“Buradaki fikir, … ‘potansiyel faşist’ karakterin, yalnızca görünür düzeyde değil, aynı zamanda kişilik yapısıyla da gerçek bir tutucudan çok sahte bir tutucu olduğudur. Sahte tutuculuğa denk düşen psikolojik yapı, bilinçdışı alandaki şiddet, anarşik itkiler ve kaotik yıkıcılıkla birlikte, ego düzeyindeki uzlaşmacılık ve otoriteryen itaatkârlıktır (3).
Buradan devam edersek sadece bizim düşüncelerimiz doğrudur üzerinde yapılan ve dayatmaya varan açıklamalar, diğerinin ne söylediğini anlamayı bırakın söylenmesinin katli vacip muamelesi yapılması bizi faşizm sorunsalı ile karşı karşıya bırakır. Çok sayıda siyaset bilimci ‘faşizmi’ tanımlamaya çalışmış. Özellikle siyaset bilimci Dr.Lawrence Britt’in Almanya, İspanya, İtalya ve Şili örnekleri üzerinden faşizm tanımlamasını kavramsallaştırmış. Bu 14 önemli karakteristik özeliğe baktığımızda ülkemizde de bir kesimin ulus devlet saplantısı içinde bunları sıkça kullandığını görebiliriz. Faşist düşünce biçimi öncelikle bir devlet yönetim biçimi olmakla birlikte kişilerde baskın bir düşünce biçimi olarak da yer almaktadır. Bunun devlet denilen zor aygıtının gücü ile birleştirilmesi otoriter sistem ve onunla uyumlu otoriter kişiliklerin doğmasına yol açar. Bu kavramların bir kaçına baktığımızda bazen grup kimliklerinin özeliği olarak da karşılaşmak mümkün.
1) Güçlü ve sürekli milliyetçilik ( Türklük ve Sünni üstenciliği)
2) İnsan haklarının aşağılanması hor görülmesi
3) Düşmanlarının/Günah keçilerinin birleştirici bir unsur olarak tanımlanması. (Diğer kimliklere yönelik öfke ve bölünme paranoyası)
4) Ordu ve militarizmin yüceltilmesi (ülke içi ve sınırların dışında her tür militarizmi yüceltme)
5) Ulusal güvenlik takıntısı (tüm dünyanın merkezinde ülkenin bölünmesi planları olduğu ve bu yüzden herkesin düşman kategorisine sokulması)
6) Özel sermayenin korunması özel sermayenin yüceltilmesi
7) Aydınların ve sanatçıların küçümsenmesi (4).Tüm tanımlamalar yaşadığımız seçim süreci, öncesi ve sonrasında karşı karşıya kaldığımız açıklamalar, sosyal medya paylaşımları, özel ve milli günler üzerinde kışkırtıcı hesap sormalar faşist/otoriter ideolojinin ülkenin içinde yaygınlığı düşünülünce şaşırtıcı olmadığı gibi, üzerinde durulması gerektiğini gösterir.
Toparlarsak aslında toplumsal ilişkilerde olması gereken empati, eşit davranma arzusu, ötekine saygı, yıkıcılık yerine işbirliği, eleştirilemez süper ego ideali yerine özeleştirel erişkin entelektüel savunma düşüncesi varlığı, çatışma yerine içsel uyum içinde sağlıklı bir birey olmak için gereken özelliklerdir.
Kaynaklar:
1)Kendilik ve Nesne Dünyası, Edith Jacobson, Metis Yayınları
2)Fotoğrafın İdeolojisi, Algıda Gerçeğin Bozulması/Murat Yaykın/Kalkedon
3)Theodor W. Adorno, Otoritaryan Kişilik Üstüne Niteliksel İdeoloji İncelemeleri, çev. Doğan Şahiner, Ankara: Say Yayınları, 2011, s. 118
4)The 14 Characteristics of Fascism /Lawrence Britt/2003