Yeni Anayasa ve Tavrımız-Haluk Başçıl

Antalya Çağdaş Hekimler > Yeni Anayasa ve Tavrımız-Haluk Başçıl

Sermaye ve AKP’nin Anayasasına Emek Örgütlerinin Tavrı

Sermayenin bugünkü talepleri ile AKP’nin toplumsal değişim taleplerinin birlikte harmanlandığı yeni Anayasa taslağı tartışmaları sürüyor. Bir yandan da her türlü yöntem kullanılarak meşrulaştırılıp ardından da kabul ettirilmek isteniyor.

Doğal olarak bu süreçte statükocu ulusalcılar ile gerici AKP küresel neo-liberalizmi sorun eden bir tartışma yürütmeyeceklerdir. Tartışma daha çok AKP’nin kendi talepleri ılımlı İslam (laiklik, türban vb) ile ulus devlete (kürt sorununa) ilişkin bir alana hapsedilmiş durumda. Anayasanın asıl içeriğine karşı çıkanlar da ise, değişime ayak diremek, sivilleşmeye karşı olmak, 12 Eylül Anayasası’nı savunma suçlamalarıyla köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyorlar. Üstelik tüm yürütülen mücadele etkili de olamıyor. İçeriğe ilişkin itirazlarda ise sesler kısık ve cılız, üstelik geniş toplumsal kesimler açısından anlaşılmaz durumda.

Bu süreçte emek örgütlerinin, AKP ile aralarındaki ayrımlarını geniş kesimler açısından net ve anlaşılır bir biçimde ortaya koyabildiğini söyleyebilmek mümkün değil. Yine emek örgütleri tarafından yürütülen faaliyetin içeriği, kullanılan yöntemler, argümanlar ve uzun vadede yapılacaklar konusunda ise ciddi bir planlama yapılmış ve birliktelik sağlanmış görünmüyor.

Kuşkusuz emek örgütlerinin bugünkü talepleri aslında güncel/varolan duruma müdahale edilmesi anlamını taşıyor. Reformlarla yetinelim denmiyor. Reformları sahiplenmekle yetinmek arasındaki yıllardır izlenen tutarlı çizgi ortada. Yine gündelik yaşamı kolaylaştıran tüm reformları son noktasına kadar kullanırken, bunlara söylemsel düzeyde bile sırt dönmek -ya da döner gibi görünmek- doğru da değil inandırıcı da. Kuşkusuz emek örgütlerinin mücadelesi, politik mücadele ile aynılaştırılmamalıdır. Tüm bunlarla birlikte köhnemiş düzenin kökten değiştirilmesi talebi mutlaka net ve anlaşılabilir bir şekilde ifade edilmelidir.

Yeni Anayasa’nın Karakteri Üzerine

AKP’nin hazırladığı Anayasanın iki temel karakteri üzerinde durulabilir, bunlardan birisi neo-liberalizmin taleplerinin anayasal güvenceye kavuşturulması ikincisi ise AKP’nin kendi toplumsal taleplerinin anayasal güvenceye kazandırılmasıdır.

Neo-Liberalizmin Talepleri

Mevcut 12 Eylül Anayasası, sermayenin emekçi sınıfları tam olarak susturduğu TİSK Başkanı Halit Narin’in deyişi ile ‘şimdiye kadar biz ağlıyorduk şimdi sıra işçilerde’ dediği bir ortamda yapıldı. Ancak hatırlayalım ki o dönemde küresel neo-liberal politikalar bugünkü kadar güçlü ve etkili değildi. Henüz sosyal devlet anlayışı gözden düşmemiş, sermaye o günkü koşullarda sosyal devleti toptan ret edecek güce erişememişti.

Ülkemizde neo-liberal politikaların savunucularının başında TOBB gelmektedir. TOBB’nin Başkanı Rıfat Hisarçıklıoğlu beklentilerini 27 Nisan 2007 tarihinde Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin 62. Seçimsiz Genel Kurulu’nda şu sözlerle dile getirmişti, “Yapılan çok sayıda değişikliklerle Anayasanın, “bir yamalı bohçaya döndüğünü, sistematiğini yitirdiğini” ifade ederek, “artık yeni bir anayasa yazmanın zamanı gelmiştir. Yeni meclisimiz, yeni anayasayı katılımcı bir şekilde hazırlamalıdır”. AKP’nin anayasa hazırlığını başlatmasıyla birlikte de TOBB anayasa değişikliğinden beklediklerini daha net olarak ifade etmeye başladı;

·                     ‘1982 Anayasası’nın üzerinde şekillenen siyasi sistem ile tempolu ekonomik büyümeyi sürdürmemizin mümkün olmadığını da defalarca dile getirdik’

·                     “Mevcut Anayasamız yeterli düzenlemeler içermediği için geçmişte özelleştirmeler, sosyal güvenlik gibi konularda çok vakit kaybettik. Bu kaybın sebebi 1982 Anayasası hazırlanırken hakim ekonomik anlayışın karma ekonomi olmasıydı”  “…karma ekonomi mantığında bir anayasamız var ve onunla küresel piyasalarla rekabet için adımlar atmak mümkün değil”

·                      ‘Önceki dönemlerde ülkelerin kalkınmasında kamu ve özel sektörün birlikteliği vardı. Kalkınma iki ayak üzerinde oluyordu ve anayasalar buna uygun düzenleniyordu. Günümüzde ise artık kalkınma özel sektör tarafından yürütülmektedir. Tek ayak üzerindedir. Anayasa buna uygun düzenlenmeli özel sektörün önündeki tüm engeller ortadan kaldırılmalıdır.

·                     “En çarpıcı örnek, sosyal güvenlik reformunda yaşananlar. Türkiye yılda 17 milyar dolar sosyal güvenlik açığı veriyor ve reform yapılması şart. Anayasa Mahkemesi iptal ediyor. Anayasa hem 72 milyonun eşit olduğunu yazıyor hem de emekli sandığı ile öteki sosyal güvenlik kuruluşlarını bir tutmuyor.

·                     Yeni anayasamız ileride yapılacak reformların önünü tıkamayacak sade bir metin olmalıdır. Yeni anayasa toplumun gelişmesine ve kendini sürekli olarak yenilemesine açık bir metin olarak kurgulanmalıdır.

·                     ‘Ayrıca Kamu yönetimi reformuna ihtiyacımız var.’

AKP’nin Talepleri

12 Eylül darbesi ile hızlandırılan ılımlı islami rejimi oluşturma sürecinde bugüne kadar önemli mesafelerin alındığı açıktır. Ilımlı islami rejimdeki ılımlılık derecesinin belirlenmesinde AKP ile statükocu güçler ile bir çatışmanın yaşandığını da söyleyebiliriz. AKP Hükümetinin islami rejimin ılımlılığı derecesinde oldukça temkinli ve kararlı adımlar attığı görülmektedir. Bu amaçla ‘din ve inanç özgürlüğü’nün kapsamının genişletilmesine çalışmaktadır. Bu aşamada öne çıkarılanlar arasında laiklik tanımı ve türban meselesi öncelikli tartışma konusu yapılmaktadır.

Başbakan Tayip Erdoğan’ın sözlerinden de anayasa tartışmalarıyla birlikte bu konulara ilişkin yaklaşımlarının anayasal güvenceye kavuşturulmasına ortam sağlayacak bir fırsatı değerlendirmede kararlı oldukları anlaşılmaktadır.

·                     “Asla laikliği din düşmanlığı olarak görmüyoruz, göstermek de istemiyoruz. Ama kimsede laikliğin üzerinden geçinerek, bu ülkede dindar insanlara zulmetmek yoluna gitmesin. Çünkü laiklik bir din değildir, bir yönetim biçimidir.’

·                     ”Ben, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinin başbakanıyım. Laik bir devleti savunma anlamında ben laikim ama İslam’ın karşısına koyduğunuz zaman, o anlamda değilim.

·                     “Din üzerinden politika yapılmamalı ama laiklik üzerinden de politika yapılmamalı”

·                     “türban yasağının kaldırılmasının”, “tam sivil bir anayasa getirme hedefinin bir parçası” olduğunu açıkça söylemektedir.

Emek Örgütlerinin Tavrı

AKP’nin kendi anayasası taslağı hazırlıklarıyla birlikte emek örgütleri DİSK, KESK, TMMOB, Türk Tabipleri Birliği, TÜRMOB, Türk Diş Hekimleri Birliği ve Türk Eczacıları Birliği, yani 7 örgüt bir araya gelerek ortak tutum geliştirme arayışına girmişlerdir. Bu amaçla 12 Eylül tarihinde bir araya gelerek ortak basın toplantısı ile bu çabalarını kamuoyuna açıklamışlardır. Bu basın açıklamasında kullanılan afiş ve açıklamalar ile daha sonra sürdürülen çalışmaların iki açıdan değerlendirilmesi yararlı olacaktır.

1- ‘Biçimsel’ açıdan:

Elbette bir konuda biçime takılmak ve tartışmayı oradan yürütmek doğru değildir. Ya da sözcüklere takılıp, onlara abartılı anlamlar yükleyerek tartışmayı buna indirgeyerek yürütmeye çalışmak da doğru değildir.  Bununla birlikte bizim ‘biçim üzerinde’ yürüttüğümüz tartışma aynı zamanda öze ilişin bir tartışmadır.

‘Yeni Anayasa’ hazırlıklarına müdahil olmak amacıyla örgütlerin ortak imzaları ile çıkarılan afişte, ’12 Eylül Anayasası Kaldırılsın’ ve ‘Özgür ve Demokratik Bir Türkiye Yolunda Yeni Anayasa’ cümleleri yer alıyor.

AKP’nin kendi anayasasını yaparken kullandığı kelimeler içinde sivil ve yeni kelimeleri önemli bir işlev üstlenmiş görünüyor. Sivil, yeni anayasa kelimeleri 12 Eylül Anayasası’nın kaldırılmasını ve özgürlüklere, demokrasiye daha fazla yer verilmesi yanılsamasının yaratılmasında önemli rol oynamaktadır. Bu açıdan ’12 Eylül Anayasası Kaldırılsın’ ve ‘Özgür ve Demokratik Bir Türkiye Yolunda Yeni Anayasa’ taleplerine (içerik tartışmaları bir yana) AKP’de imza koyabilecektir. Bu slogan düzeyinde ortaya konan talepler bizlerin AKP’den farklılığımızı ortaya koymaktan oldukça uzak görünmektedir. Dolayısıyla AKP’nin kitle iletişim araçları üzerindeki hâkimiyeti ve örgütlü gücünün bu süreçteki yanılsamalar yaratması karşısında bizim içerik tartışmalarını kitlelere ulaştırabilme olanaksızlıklarımız nedeniyle kitleler nezdinde AKP ile aynılaşma yanılgısını kolaylaştırabilecek özellikler içermektedir.  Gerçi 3 Ekim 2007 tarihinde örgütlerin birlikte yaptıkları toplantıda “Özgür-Demokratik-Eşitlikçi Bir Türkiye İçin Anayasa” sloganı içinde yer alan eşitlikçi kelimesinin ilave edilerek yeni kelimesinin de ayıklanması ise; AKP’den farklılığımızı ortaya koymaktan uzaktır. Çünkü “eşitlik” kelimesi AKP’nin ya da liberallerin “kanun önünde eşitlik” yaklaşımı burjuva ideolojisinin “soyut bireysel eşitlik” anlayışı olarak algılanmaya açıktır. Bu gelişim aynı zamanda adım atarken yeterince hazırlık yapmadan işe girişildiğini düşündürmektedir.  

2- İçerik açısından:

KESK, TMMOB ve TTB 3 Kasım’da Ankara’da düzenleyecekleri “Özgür, Demokratik ve Eşitlikçi bir Türkiye” mitingi için yaptıkları basın toplantısında:

‘Yarınlarımızı bir kâbus olmaktan çıkartıp, geleceğe umutla bakabilmek için özgürlükleri, demokrasiyi ve eşitliği esas alan bir yaklaşımı benimsemek gerekmektedir. Bunun için de eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, barınma gibi en temel sosyal haklarımız kamu güvencesi altına alınmalıdır. Tüm emekçi kesimlere örgütlenme özgürlüğü garanti altına alınarak, sendikaların grev ve toplu sözleşme hakkının önündeki engeller kaldırılarak, kamu emekçilerinin siyaset yapmalarının önündeki yasaklar kaldırılarak çalışma yaşamı demokratikleştirilmelidir.’

denilmektedir.

Burada talep edilen haklar ikinci kuşak insan hakları içinde yer almaktadır. Bilindiği gibi birinci kuşak insan hakları ağırlıklı olarak ticaret burjuvazisinin etkisiyle Fransız Devrimi ve Amerikan Bağımsızlık Hareketi ile birlikte ortaya konmuştur. Bu haklar; yaşama hakkı, eşitlik hakkı, tarafsız yargılanma hakkı, seçme-seçilme hakkı gibi haklardan oluşmaktadır.

İkinci kuşak insan hakları ise Sovyet Devrimi ile birlikte ortaya çıkan sosyalist modelin bu hakların yanı sıra, sosyal güvenlik hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı, beslenme hakkı, kültür hakkı, çalışma hakkı gibi hakları garanti altına alması sonucunda burjuva devletlerinin sınıf mücadelesini yumuşatmak amacıyla kabullenmek zorunda kaldığı sosyal haklardır. Kapitalist devlet biçimlerinden birisini oluşturan sosyal devlet anlayışının hayat bulması bu ortamda oluşmuştur.

“Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı Anlaşması” liberal Avrupa devletlerinin kabul ettiği ve Türkiye’nin de bazı çekinceler koyarak 22 Mart 2007 tarihli Bakanlar Kurulu kararı kabul ettiği bir anlaşmadır. Bu anlaşma: Çalışma Hakkı, Adil Çalışma Koşullarına Sahip Olma Hakkı, Güvenlikli ve Sağlıklı Çalışma Koşullarına Sahip Olma Hakkı, Adil Bir Ücret Hakkı, Örgütlenme Hakkı, Toplu Pazarlık Hakkı, Mesleki Eğitim Hakkı, Sağlığın Korunması Hakkı, Sosyal Güvenlik Hakkı, Sosyal ve Tıbbi Yardım Hakkı, Yaşlıların Sosyal Korunma Hakkı, İş Aktinin Sona Erdiği Durumlarda Korunma Hakkı, Toplumsal Dışlanma ve Yoksulluğa Karşı Korunma Hakkı, Konut Hakkı vb oluşmakta ve devlete bu hakları şu veya bu oranda sağlama yükümlülüğünü getirmektedir.

Bu hakların Anayasada yer almasının talep edilmesi ve buna uygun bir politika oluşturulması, günümüz Türk iyesi’nde anlaşılabilir bir politikadır. AKP’nin de AB’ne girme politikası, anayasa tartışmalarında “Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı Anlaşması”  zemininde onları sıkıştırabilme olanağı da sunmaktadır. Ayrıca bu politik hat liberal çevreleri ve AB’ni savunan kesimlerin politik hattı ile örtüşmektedir. Bu nedenle onları da kapsayan ortak bir cephenin oluşturulmasına olanak da sağlamaktadır. Yani geniş bir cephe çalışması ile hareket edilebilir. Dolayısıyla 7 örgüt ile başlayan bu çalışmanın daha fazla örgütü bünyesine alarak katılımcı sayısını arttırması beklenirken,  3 Kasım’da Ankara’da düzenlenecek “Özgür, Demokratik ve Eşitlikçi bir Türkiye” mitinginin 3 örgüt; KESK, TMMOB ve TTB ile sınırlı kalması, yani 7’den 3’e inmesi ise anlaşılmaz bir durumdur. Üç örgüte inildiği bir aşamada sol yapılanma ve dergi çevrelerine açılmak, tek başına,  bir ‘genişleme’ olarak görülmemelidir. Tabi ki küresel neoliberal dayatmalara karşı tüm sol kesimlerin birlikte hareket edilmesi gerektiği açıktır. Ama en az bunun kadar, ılımlı islama, yoksullaşmaya ve sömürüye karşı çıkarak, liberalizmin mağduru orta ve küçük burjuva sınıfları yanımıza çekebilecek bir beceriye de gösterebilmek gerekiyor.

Oluşturulan politik hat yukarıda söylendiği gibi ‘anlaşılır’ olabilir ancak çok doğru değildir. Bu taleplerin sömürüyü ortadan kaldırmayı değil sınırlandırmayı hedeflediği açıktır. Bu anlamıyla da ‘ bir başka dünyanın mümkün’ olduğunu öne çıkaran başka bir düzene ait talepler olmaktan uzaktır.

Kuşkusuz sadece biçime takılıp  ‘sosyalist anayasa istiyoruz ’ demenin geniş toplumsal kesimler için bir anlamı olmayacaktır. Ancak liberal veya sağ ideolojiden temel faklılık olan ve   ‘unutturulan ve bugünlerde pek vurgulanmayan’ SÖMÜRÜ kavramının öne çıkarılması gerekirdi.  Bu gün sömürüyü her gün etinde kemiğinde hisseden milyonlarca insan, ne yazık ki, ‘özgür demokratik anayasa’ tartışmalarının içeriğindeki farklılıkları izlemekten uzaktır.

Kendi özgücüne güvenme ve buna uygun politikalar geliştirme yerine çaresizlik, zayıflık vb. nedenlerle kendi dışındaki güçlere yaslanma ve onlardan medet ummanın egemen olduğu bir ortamda ortaya çıkan politikasızlığın sürekli olarak savrulmalara yol açması kaçınılmazdır. Bu durum aynı zamanda farklı bir toplum tahayyülü doğrultusunda düzen eleştirisi yerine düzeni yaşanır kılma doğrultusunda reformcu bir anlayışı da hâkim kılmaktadır. Bu durum geniş sol kesimlerde de önemli kafa karışıklıklarına yol açmaktadır.

Sömürünün bu derece yoğunlaştığı, hak ve adalet duygusunun ayaklar altına alındığı bu düzeni yeni bir toplumsal düzenle ilişkilendirerek değiştirmeyi işaret eden bir politik hat temelinde yürütülecek mücadelenin başarı şansı daha yüksektir. Liberal söylemler ve talepler üzerinden geniş kesimlerle buluşmak ve bazı hakların kazanılmasının mümkün olmadığını yaşanan mücadele süreci göstermiştir. Bunun farkında ve bilincinde olmak gerekir.

Muhalefet Yapmanın Güçlüğü ve Meşruiyet Sağlama:

Anayasa tartışmalarına bu biçimi ile katılmak, aynı zamanda bu süreci emek örgütleri açısından da meşrulaştırma tehlikesini de içermektedir. Tabiî ki bu sürecin dışında kalmak mümkün değildir. Anayasa hazırlanması sürecinde de yeni bir sıkıştırmayla karşı karşıya kalındığı ve yeterince hazırlık yapılmadan adımlar atıldığı açıktır.

 

AKP Hükümeti’nin en geniş toplum kesimleri ile bir mutabakat arayışı içinde olacakları açıklamaları geniş toplum kesimlerini kendi anayasa değişikleri doğrultusunda yedekleme amacı taşıdığı şimdiden açığa çıkmıştır.

Başbakan Erdoğan’nın ‘Rektörler bir araya gelmiş. Türkiye’de anayasayı yapma görevi rektörlere aitse hükümetin anlamı yoktur. Bırakalım onlar götürsün bu işi. Kusura bakmayın, herkes konumunu bilecek. Yasama organı görevini kendilerinde görmeye kalkarlarsa orda durun deriz. …katkı sunacağınız bir şey varsa sunun. Kalkıp da kafa bulandırmaya dönük bir hareket içine girerlerse olmaz. Öncelikle milletimizin iradesine saygılı olunmalıdır.’ yaklaşımının yarın başka kelimeler ile tekrarlanacağı şimdiden açıktır. Emek örgütleri, AKP’nin geçen iktidar döneminde çeşitli yasal düzenlemelerde onların görüşlerinin alınıp ancak hiçbir şekilde değerlendirilmediğini yaşayarak bilmektedirler. Sivil toplum örgütü kavramının sermaye tabanlı örgütler olduğu bu süreçte yaşanarak görülmüştür. Dolayısıyla emek örgütleri kendilerine uygun görülen rolün dışında kalarak süreçte yer almaları hayati önem taşımaktadır.

Değişim toplumların dinamiğidir ve aynı zamanda onları harekete geçirende bir cazibe merkezidir. Ecevit’in 70 yıllardaki ‘hakça düzen’ mesajı, Refah Partisi’nin ‘Adil Düzen’ mesajı, devrimcilerin ‘Tek Yol Devrim’ mesajı toplumsal değişim mesajları olarak toplumun benliğinde yer etmiş ve önemli destek bulmuştur. Değişime karşı çıkışlar ise geniş toplum kesimleri gözünde varolan olumsuzlukların savunulması olarak görülmektedir.

Uzun dönemdir toplumda bir değişim talebi vardı. AKP hayatın her alanında bu değişim bayrağını sallayarak, geniş toplum kesimlerinin gözünde, bu gün için değişimi savunan tek parti görünümündedir. Bu nedenle AKP’nin elinden bu değişim bayrağını almadan yapılacak her önerme, her karşı koyuş geniş toplum kesimleri açısından inandırıcı ve sahici bir muhalefet olmayacaktır. Geçen 5 yıllık AKP iktidarı döneminde bu durum belli ölçüde de olsa açığa çıkmıştır.

Bizlerin hedefi geniş emekçi kesimler olduğu için onların içinde yaşadıkları ve her gün yakındıkları, değişmesini istedikleri dünyaları için değişim talebimizi öne çıkarmamız gerekiyor. Geniş toplumsal kesimlere sömürüye karşı Özgür, Demokratik ve Eşitlikçi bir başka Türkiye yaratmanın mümkün olduğunun mesajını net bir şekilde verilebilmelidir. Yine gerçek değişimin savunucularının kimler olduğu her bir muhalefet adımında net bir şekilde gösterilebilmelidir. AKP’nin Anayasası tartışmalarında ekonomide ultra liberal toplumsal yaşamda son derece gerici AKP ile değişim karşıtı tutucu kesimler (ordu, CHP vb) arasındaki çatışmada savrulmalara düşmemek için üçüncü yolu, yani bir başka Türkiye’yi gösterebilmek tek çıkış yolu olarak gözükmektedir. Aksi takdirde AKP anayasasının halkoyuna sunulması aşamasında muhtemelen gerici AKP ile tutucu ulusal kesimler bir kez daha karşı karşıya gelebilecektir.

Emek örgütlerinin izlediği bu politik hatta bağlı olarak istenen taleplerin kabul görmemesi durumunda –muhtemeldir-anayasaya hayır noktasına gelinebilecektir. Bu durumda hem 12 Eylül Anayasası’na evet deme pozisyonuna düşülebilecek hem de tutucu “ulusal” kesimlerle aynı zemine sürüklenilecektir. Oy kullanmama seçeneği ise “radikal” bir çıkış olarak bir önceki sağ politik çizgiyi telafi edemeyecektir. Yaşanacak açmaz farklı savrulmalara bir kez daha yol açabilecektir.

Anayasa tartışmaları süreci bugünden doğru bir zemine oturtulamaz ise halkoyuna sunulduğunda evet-hayır ya da boykot tavrında da doğru bir zeminde durulamaz. Oylama öncesinde yapılacak eksiklikler yanlışlar sonrasını da büyük oranda etkileyecektir.

Emek örgütlerinin şimdiden en azından bir hayır öngörüsünün olması gerekir. Bu anayasanın amacını ve muhtevasını ve değiştirebilme gücünün ne kadar olduğu ortada. O halde argümanları şimdiden buna uygun hazırlanmalıdır. Hayır, anı geldiğinde de niçin hayır dendiğini açıklayamamak durumunda kalınmaz. Bu hayır’ın başkalarının hayır’ı ile çakışmasını ise bir sorun olarak görmemek gerekiyor.

Son Yazılar

antalya cagdas

2024-2026 Adaylarımız

Antalya Tabip Odası 2024-2026 dönemi için aday listemiz ve adaylarımızın kısa özgeçmişleri YÖNETİM KURULU  ADAYLARIMIZ

Paylaş:

Bize Ulaşın